9 Haziran 2012 Cumartesi

GİRİŞ


Bu kitapta, materyalist felsefeye dayalı mevcut dünya sisteminin en büyük mimarı olan, ancak bu kimliğini perde arkasında tutan mason örgütünü inceleyeceğiz. Kitabımızın bu ilk cildi, masonluğun felsefesini gözler önüne sermekte ve bu felsefeyi önce Batı dünyasına, sonra da dünyanın diğer medeniyetlerine nasıl yerleştirdiğini göstermektedir. İkinci ciltte, masonluğun günümüzdeki uluslararası örgütlenmesi ve faaliyetleri, üçüncü ciltte ise Türkiye içindeki gizli faaliyetleri ortaya konacaktır. Türkiye'deki "Sabetaycı" örgütlenmenin yapısı, masonlar ile ortak faaliyetleri ve bu faaliyetleri yürüten önemli isimlerin listeleri, yine üçüncü cildin konuları arasında yer almaktadır.
Elinizdeki ciltte incelenen konu, "masonluğun dine karşı verdiği savaşın tarihi" olarak da özetlenebilir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, Avrupa'yı dinden uzaklaştıran, bunun yerine materyalist felsefenin hakimiyeti altında yeni bir düzen kuran ve sonra da bu düzeni Avrupa dışındaki diğer coğrafyalara ihraç etmeye kalkan masonluğun gerçek hikayesi anlatılacaktır. Masonluğun bu düzeni kurmak ve korumak için hangi yöntemleri kullandığı da ortaya çıkarılacaktır.
Dahası, masonluğun gerçek felsefesi gözler önüne serilecektir. Masonların, "insan sevgisi", "akıl ve bilim yolu" gibi olumlu kavramlarla kamufle ettikleri din-karşıtı materyalist felsefeleri açıklanacak, bunun geçersizliği ve gerçek kökenleri üzerinde durulacaktır.

TAPINAKÇILAR'DAN ESKİ MISIR'A



HAÇLILAR
Masonluğun tarihini inceleyen uzmanların çoğunun ortak görüşü, örgütün tarihinin Haçlı Seferleri'ne kadar uzandığıdır. Elbette ki masonluk resmi olarak 18. yüzyılın başlarında İngiltere'de kurulmuş ve tanımlanmıştır, ama aslında örgütün arka planı, belirttiğimiz gibi Haçlı Seferleri'ne, yani 12. yüzyıla dayanmaktadır. Bu eski hikayenin odak noktası ise, "Tapınak Şövalyeleri" (Templar Knights) veya kısaca "Tapınakçılar" (Templars) olarak bilinen bir Haçlı tarikatıdır.
Elinizdeki kitaptan 6 yıl önce yayınlanan Yeni Masonik Düzen adlı kitabımızda Tapınakçılar'ın hikayesini oldukça ayrıntılı biçimde incelemiştik. Bu nedenle burada bu uzun hikayeyi özetleyerek geçeceğiz. Ancak masonluğun fikri kökenini, dünyaya getirdiği fikri etkiyi daha detaylı olarak analiz edecek, "Global Masonluğun" anlamını keşfedeceğiz.

Masonluğun kökeni, Papa II. Urban önderliğinde, Müslümanlara karşı düzenlenen Haçlı Seferleri'ne kadar uzanır.

Haçlılar Kudüs'te büyük bir vahşet gerçekleştirmişlerdir. Üstteki Ortaçağ gravüründe bu vahşetin bazı sahneleri tasvir edilmektedir
Haçlı Seferleri her ne kadar Hıristiyan inancının bir ürünü olarak anlaşılsa da, aslında temeli maddi çıkarlara dayanan savaşlardır. Avrupa'nın büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığı bir devirde, Doğu'nun ve özellikle de Ortadoğu'daki Müslümanların refah ve zenginliği, Avrupalıları cezbetmiştir. Bu motivasyonun, Hıristiyanlığın dini sembolleriyle süslenmesi sonucunda, dini görünümlü, fakat gerçekte dünyevi amaçlara yönelik bir "Haçlı" düşüncesi doğmuştur. Hıristiyanların daha önceki devirlerde temelde barışçı bir siyaset izlerken, ani bir dönüşle savaşçılığa eğilim göstermelerinin nedeni budur.
Haçlı Seferleri'ni başlatan kişi, Papa II. Urban'dı. 1095 yılında topladığı Clermon Konseyi ile, o zamana kadar Hıristiyan dünyasında hakim olan barışçıl doktrini değiştirdi ve "kutsal toprakların Müslümanların elinden kurtarılması amacıyla" bir kutsal savaş çağrısında bulundu. Ardından, hem profesyonel savaşçıların hem de on binlerce sıradan insanın katıldığı dev bir "Haçlı Ordusu" oluştu.
Tarihçiler Papa II. Urban'ın bu girişiminde, kendisine rakip olan bir diğer papa adayını gölgede bırakabilme isteğinin rol oynadığını düşünürler. Papa'nın çağrısına heyecanla tabi olan Avrupalı krallar, prensler, aristokratlar veya diğer insanlar da aslında temelde dünyevi niyetlerle bu savaş çağrısını kabullenmişlerdi. "Fransız şövalyeleri daha fazla toprak ummuş, İtalyan tacirleri Doğu Avrupa limanlarında ticareti büyütmeyi hayal etmiş... çok sayıdaki yoksul insan, sadece normal yaşamlarının zorluklarından kaçabilmek için sefere katılmıştı."1 Nitekim bu aç gözlü kitle, yol boyunca pek çok Müslümanı -ve hatta Yahudiyi- sırf "altın ve mücevher bulma" hayaliyle öldürdü. Hatta Haçlılar, öldürdükleri insanların karınlarını deşerek, "ölmeden önce yuttuklarına" inandıkları altın ve değerli taşları araştırıyorlardı. Haçlıların maddi hırsı o kadar büyüktü ki, VI. Haçlı Seferi'nde Hıristiyan Konstantinapolis'i (yani İstanbul'u) dahi yağmalamaktan çekinmemişler, Ayasofya'daki Hıristiyan fresklerinin altın kaplamalarını sökmüşlerdi.

Haçlıların Kudüs kuşatmasını gösteren bir başka gravür.
İşte kendilerine "Haçlılar" denen bu güruh, pek çok yeri yakıp-yıktıktan, pek çok Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra 1099 yılında Kudüs'e vardı. Yaklaşık 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından şehir düştü ve Haçlılar kente girdiler. Bir tarihçinin ifadesiyle "Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler... Erkek veya kadın, hepsini katlettiler."2 Haçlılardan biri, Raymund of Aguiles, bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatıyordu:
Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki, yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu.3
Haçlı Ordusu Kudüs'te iki gün içinde yaklaşık 40 bin Müslümanı üstte anlatılan yöntemlerle vahşice öldürdü.4 Haçlılar, Kudüs'ü kendilerine başkent yaptılar ve sınırları Filistin'den Antakya'ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdular. 
Bu tarihten sonra Haçlıların Ortadoğu'da tutunabilme mücadelesi başladı. Kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu. Bu nedenle daha önce benzeri bulunmayan "askeri tarikatlar" kuruldu. Bu tarikatların üyeleri, Avrupa'dan Filistin'e göç edip, burada bir tür manastır hayatı yaşıyor, bir yandan da Müslümanlara karşı savaşmak üzere askeri eğitim görüyorlardı.
İşte bu tarikatlardan biri, diğerlerinden farklı bir yol tuttu. Ve tarihin akışına etki edecek bir değişim yaşadı. Bu tarikat, "Tapınakçılar" tarikatıydı.
TAPINAKÇILAR
Tapınakçılar ya da tam adıyla "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Fakir Askerleri" adlı tarikat 1118 yılında, yani Kudüs'ün Haçlılar tarafından ele geçirilmesinden yaklaşık 20 yıl sonra kuruldu. Tarikatı kuranlar, Hugh des Payens ve Godfrey of St. Omer adlı iki Fransız şövalyesiydi. İlk başta 9 kişiden oluşan tarikat giderek büyüdü. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile ilgili bir isim verilmesinin nedeni, üs olarak seçtikleri yerin, bu yıkık tapınağın yeri olan "tapınak tepesi" olmasıydı. Bu yer aynı zamanda Mescid-i Aksa'nın da bulunduğu yerdi.

Tapınak Şövalyeleri, Hıristiyan bir görünüm altında pagan bir inanç geliştirdiler.
Tapınakçılar kendilerini "yoksul askerler" olarak tanımlamışlardı, ancak kısa sürede zenginleştiler. Avrupa'dan Filistin'e gelen Hıristiyan hacıların yolculukları tamamen bu tarikatın kontrolündeydi ve hacılardan topladıkları paralarla büyük bir servetin sahibi oldular. Dahası, ilk kez "bankacılık" benzeri bir çek-senet sistemi kurdular. Hatta BBC yorumcuları Michael Baigent ve Richard Leigh'e göre bir tür Ortaçağ kapitalizmi oluşturmuşlar ve faiz işleterek "modern bankacılığa öncülük" etmişlerdi.5
Tapınakçılar Müslümanlara karşı yürütülen Haçlı saldırılarının ve katliamlarının da baş sorumlularındandı. Nitekim bu nedenle, Haçlı Orduları'nı 1187 yılındaki Hıttin Savaşı'nda yenilgiye uğratan ve ardından Kudüs'ü kurtaran büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi, Hıristiyanların büyük bölümünü bağışlamasına rağmen, Tapınakçılar'ı işledikleri katliamlara bir karşılık olmak üzere idam ettirmişti. Kudüs'ü kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar varlıklarını sürdürdüler. Filistin'deki Hıristiyan varlıklarının giderek küçülmesine rağmen, Avrupa'daki güçlerini artırarak başta Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde "devlet içinde devlet" oldular.
Bu siyasi güç, kuşkusuz Avrupa'daki kralları rahatsız ediyordu. Ancak sadece kralları değil, aynı zamanda din adamlarını da rahatsız eden bir başka özelliği daha vardı Tapınakçılar'ın: Tarikatın giderek Hıristiyan inancından koptuğu, Kudüs'teki varlığı sırasında garip bazı mistik öğretiler benimsediği, bu öğretiler gereğince tuhaf ayinler düzenlediği söylentileri yayılıyordu. 
Ve sonunda 1307 yılında, Fransa Kralı Philip le Bel ve Papa V. Clement'in ortak bir kararı ile tarikat hakkında tutuklama kararı çıktı. Tapınakçılar'ın bir kısmı kaçmayı başardıysa da çoğu yakalandı. Bunun ardından uzun bir sorgu ve yargı dönemi başladı. Ve çoğu, gerçekten "sapkın" olduklarını, Hıristiyan inancını terk ettiklerini, ayinlerinde Hz. İsa'ya hakaretler ettiklerini kabul ettiler. Sonunda, Tapınakçılar'ın "büyük üstad" adını verdikleri liderleri, en başta da en büyük üstad Jacques de Molay, 1314 yılında Kilise ve Kral'ın onayı ile idam edildiler. Çoğu hapse mahkum edildi. Tarikat dağıtıldı ve resmi olarak tarihten silindi. 

Kiliseden kaçan Tapınakçılar'ı himayesi altına alan İskoçya Kralı Robert Bruce.
Ancak tarikatın "resmi" olarak yok olması, fiilen gerçekten yok olduğu anlamına gelmiyordu. Öncelikle, 1307 yılındaki ani tutuklama sırasında Tapınakçılar'ın bir kısmı kaçıp izlerini kaybettirmeyi başarmışlardı. Çeşitli tarihsel kayıtlarla da desteklenen bir teze göre, bu kaçak Tapınakçılar'ın önemli bir bölümü, 14. yüzyıl Avrupası'nda Katolik Kilisesi'nin otoritesini tanımayan yegane Krallığa, yani İskoçya'ya sığındılar. İskoç Kralı Robert Bruce'un himayesi altında yeniden örgütlendiler. Bir süre sonra da, varlıklarını sürdürmek için iyi bir kamuflaj yöntemi buldular: Ortaçağ'da Britanya Adasındaki en önemli "sivil toplum örgütü" olan duvarcı loncalarına sızdılar ve bir süre sonra da bu locaları tamamen ele geçirdiler.6
Duvarcı loncaları, modern çağın başlarında adlarını değiştirdiler ve "mason locaları"na dönüştüler. (Mason kelimesinin sözlük anlamı, "duvarcı ustası"dır.) Masonluğun en eski kolu olan İskoç Riti ise, 14. yüzyılın başında İskoçya'ya sığınan Tapınakçılar'dan miras kalmıştı. Nitekim İskoç Riti'nin en üst derecelerine verilen isimler, Tapınakçı tarikatında asırlar önce şövalyelere verilen ünvanlardı. Bugün de hala öyledir.
Kısacası, Tapınakçılar yok olmamışlar ve sahip oldukları felsefe, inanç ve ritüelleri masonluk çatısı altında sürdürmüşlerdir. Bu tez, bugün mason ya da mason olmayan pek çok Batılı tarihçi tarafından kabul görür. Tezi ispatlayan çok sayıda tarihsel kanıt vardır. Yeni Masonik Düzen adlı kitabımızda bu kanıtlar detaylı olarak incelenmiştir.

Tapınakçılar'la ilgili bir kitap: Savaşçılar ve Bankerler
Masonluğun kökeninin Tapınakçılar'a dayandığı tezi, Türk masonlarının kendi üyelerine mahsus olarak yayınladıkları dergilerde de sık sık belirtilir. Masonlar, bu konuda oldukça açık sözlüdürler. Türk masonların kendi üyelerine mahsus yayınlarından biri olan Mimar Sinan dergisinde, Tapınakçı (Templier) tarikatı ile masonluk arasındaki ilişki şöyle açıklanmaktadır:

Türk masonlarının kendi üyelerine mahsus olarak yayınladıkları Mimar Sinan isimli dergi.
Kilise'nin baskısıyla, Fransa Kıralı'nın, 1312 yılında, Templier Tarikatını kapatması ve mallarını Kudüs'teki Saint Jean şövalyelerine vermesi ile Templier'lerin etkinliği ortadan kalkmadı. Bunların büyük bir çoğunluğu o zaman çalışmakta olan Avrupa'daki mason localarına sığındılar. Templier'lerin başkanı Mabeignac ise çevresindeki bir gurup Templier ile, İskoç duvarcısı kılığında ve Mac Benach takma adıyla İskoçya'ya sığındı. İskoç kıralı Robert Bruce onları çok iyi karşıladı ve İskoçya'daki mason locaları üzerinde büyük bir etkinliğe sahip olmalarını sağladı, bunun sonucunda, İskoç locaları hem mesleki hem de düşünsel açıdan büyük bir aşama kazandılar. Mac Benach sözcüğü bugün bile masonlarca saygı ile kullanılır. Templier mirasının sahibi İskoç Masonları, Fransa'ya çok yıllar sonra bu mirası iade ettiler ve bugün İskoç usulü olarak bilinen ritin temelini Fransa'da attılar.7
Yine Mimar Sinan dergisinde Tapınakçılar ile masonluk arasındaki ilişki konusunda pek çok bilgi verilir. "Tampliyeler ve Hürmasonlar" başlıklı bir makalede "Tampliye tarikatı tekris törenini içeren ritüeller, günümüzdeki mason ritüellerinin benzeridir" denmektedir.8Yine aynı makaleye göre, "Tampliye tarikatı üyeleri birbirlerine, aynı masonlukta olduğu gibi, kardeşim derler."9 Yazının sonuç kısmında ise şöyle denmektedir:
. Tampliye tarikatı ve masonluk kurumu birbirlerini belirgin ölçüde etkilemişlerdir. Hatta, korporasyonların ritüelleri adeta Tampliye'lerden kopye edilmiş denilecek kadar benzerdir. Bu itibarla, masonların kendilerini büyük ölçekte Tampliye'lerle özdeşleştirdikleri ve aslında özgün gibi görünen masonik ezoterizm (gizllik) içinde önemli boyutlarda Tampliye mirası olduğu belirtilebilir. Özet olarak, araştırmanın başlığında belirtildiği gibi, masonik kralî sanat ve inisiyatik-ezoterik çizginin başlangıç noktası Tampliye'lerin, son noktası da Hürmasonların olarak kabul edilebilir.10
Sonuçta, masonluğun kökeninin Tapınakçı tarikatına kadar uzandığı, masonların bu tarikatın felsefesini yaşattıkları açık bir gerçektir. Bunu kendileri de kabul etmektedirler. Ama kuşkusuz önemli olan, bu felsefenin ne olduğudur. Tapınakçılar neden Hıristiyanlıktan çıkıp "sapkın" bir tarikat olmuşlardır? Onları buna iten nedir? Kudüs'te büyük bir değişim yaşamalarına sebep olan şey nedir? Edindikleri bu felsefenin, masonluk aracılığıyla, dünya üzerindeki etkisi ne olmuştur?
BİR TAPINAKÇI-MASON MABEDİ: ROSSLYN ŞAPELİ
İngiltere'nin Edinburg kenti yakınlarındaki "Rosslyn Şapeli" olarak bilinen kilise, Tapınakçılar'ın Hıristiyanlık dışı pagan inançlarının bir sembolü olarak kabul edilir. Bu yapının inşasında Tapınakçılar'ın devamı niteliğindeki masonlar ve Gül-Haçlar görev almış ve şapelin dört bir yanına kendi pagan felsefelerini temsil eden semboller yerleştirmişlerdir.
Türk masonlarının yayın organlarından Mimar Sinan dergisinde, şapelin masonik kökeni ve pagan unsurları şöyle anlatılır:
"İskoçya'da Tampliye-Mason birlikteliğinin en önemli bir kanıtı, Edinburg'un 10 km güneyinde, eski Tampliye merkezi Balantrodoch'tan 15 km uzaklıktaki, Midlothian'daki Rosslyn köyünde bulunan kale ve şapeldir. Bölgede ve kalede özellikle 1312 yılından sonra St. Clairs Baronlarının himayesi altında Tampliyeler yaşamışlardır.
... Şapel İskoçya hatta Avrupa'da döneminin en asil ve en ünlü kişisi sayılan Sir William St. Clair tarafından 1446-48 yıllarında inşa ettirilmiştir. Yapımda masonlar ve Rozikrusiyenler görev almıştır. Eserin baş mimarlığını üstlenen Tampliye Büyük Üstadı Sir William St. Clair tarafından mimari ve taş işçiliği için Avrupa'nın her yerinden gezgin mason sanatkârları getirilmiş; şapelin hemen yanındaki Rolsine (Rosslyn) yerleşimine yeni evler kurulmuş ve loca açılmıştır...

Üstte Rosslyn Şapeli'nin günümüzdeki hali ve aşağıda Şapel'deki pagan (putperest) sembollerden bir örnek.
Şapel, plan ve dekorasyon özelliği olarak özgündür. İskoçya'da ve hatta Avrupa'da ikinci bir örneği yoktur. Şapele özellikle Herod Mabedi ambiyansı çok güzel bir şekilde yansıtılmış ve her tarafı masonik sembollerle bezenmiştir. Sembollerin arasında, duvarlara ve kemerlere işlenmiş olan Hiram ve katilinin başlarının kabartmaları bir tekris töreni kabartması ve kemerlerdeki kilittaşları ile pergel sayılabilir.
Şapelin Mısır, İbrani, Gotik, Norman, Kelt, İskandinav, Tampliye ve Masonik kültürlerinin mimari özelliklerini taşır şekilde belirgin olarak pagan üslubunda inşa edilmesinin ve çok zengin taş işleme örneklerini içermesinin yanında; en ilginç yönlerinden biri de, sütunların üzerindeki çeşitli bitki figürlerinin arasında kaktüs ve mısır motiflerinin işlenmiş olmasıdır. .
Şapel içinde pagan süslemeler o kadar çoktur ki, rahip William Koncks, 1589 yılında yaptığı Rosslyn Baronu'nun vaftiz töreni ile ilgili anılarında: 'şapelin pagan idolleri ile dolu olduğu için kutsal tören yapılmaya uygun bir yer olmadığından' yakınmıştır. 31 Ağustos 1592 tarihinde, Rosslyn Baronu Oliver St. Clair'e yapılan baskı sonunda şapeldeki pagan türü altar tahrip edilmiştir."
(Tamer Ayan, Bilinen En Eski Masonik Kuruluş İskoçya Royal Order, Mimar Sinan, 1998, sayı 110, s. 18-19)
TAPINAKÇILAR VE KABALA
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında masonluğun kökeni hakkında önemli gerçekler açıklarlar. Yazarlara göre masonluğun Tapınakçılar'ın bir devamı olduğu açık bir gerçektir. Ancak bunun da ötesinde araştırdıkları konu, Tapınakçılar'ın kökeninin ne olduğudur.
Yazarların tezine göre, Tapınakçılar Kudüs'te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşamışlar, Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul etmişlerdir. Bunun temelinde ise, Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nda "keşfettikleri bir giz" yatar. Zaten Tapınakçılar'ın Kudüs'teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı'nın harabelerini araştırmak olmuştur. Yazarlar, Tapınakçılar'ın "Filistin'e giden Hıristiyan hacıları korumak" şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
Tapınakçılar'ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı'nın (Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz.11
Bu konuda kanıtlar bulan yegane araştırmacılar The Hiram Key kitabının yazarları değildir. Fransız tarihçi Gaetan Delaforge şu benzer yorumu yapmaktadır:

Hiram Anahtarı: Masonlar, Firavunlar ve Ölü Deniz Yazmaları
(Tapınakçılar tarikatını kuran) Dokuz şövalyenin gerçek amacı, Yahudiliğin ve Eski Mısır'ın gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılar ve yazıları bulabilmek için bölgede araştırma yapmaktı.12
19. yüzyılın sonlarında Kudüs'te arkeolojik bir çalışma yürüten İngiliz Kraliyet araştırmacısı Charles Wilson da, Tapınakçılar'ın Kudüs Tapınağı'nın kalıntılarını araştırmak için oraya gittikleri kanısına varmıştır. Wilson, Tapınak'ın temellerinin altında bazı araştırma ve kazı izlerine rastlamış ve incelemeleri sonucunda bunların Tapınakçılar'a ait araçlar olduğunu belirlemiştir. Söz konusu araçlar halen Tapınakçılar hakkında büyük bir arşive sahip olan İskoçyalı Robert Brydon'un kolleksiyonundadır.13
The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar'ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, bu tarikatın gerçekten de Kudüs'te, "dünya görüşlerini değiştiren" önemli bir şeyler bulduklarını yazmaktadırlar. Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır. Tapınakçılar'ın Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir "kaynak" olmalıdır. 
İşte bu kaynak, pek çok tarihçinin ortak görüşüyle, Kabala'dır.
Kabala, kelime anlamıyla "sözlü gelenek" demektir. Ansiklopedilerde veya sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir. Bu tanıma göre, Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Ancak konuyu biraz daha yakından incelediğimizde, karşımıza daha farklı gerçekler çıkmaktadır. Bu gerçeklerin bizi ulaştırdığı sonuç ise, Kabala'nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat'tan da önce var olan, Tevrat'ın vahyedilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, "pagan" yani putperest kökenli bir öğreti olduğudur.
Kabala hakkındaki bu ilginç gerçeği, yine ilginç bir kaynak, Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır? adlı kitabında şöyle anlatır:
Ne zaman doğmuş ve nasıl gelişmiş olduğu tam ve kesin bir şekilde bilinmeyen Kabala, özellikle Yahudi dini ile bağlantılı olmak üzere, metafizik nitelikli, kendine özgü bir ezoterik sistemi olan bir gizemci felsefenin genel adıdır. Yahudi gizemciliği olarak benimsenmekle birlikte, içerdiği öğelerden birçoğu, aslında Tevrat'ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir.14
Fransız tarihçi Gougenot des Mousseaux da, Kabala'nın aslında Yahudilikten daha eski olduğunu belirtmektedir.15
Yahudi tarihçi Theodore Reinach ise, Kabala'yı "Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir" olarak tarif eder. Salomon Reinach ise Kabala'yı "insan zihninin en kötü sapmalarından biri" olarak tanımlamaktadır.16

Yahudi kültürü içinde gelişen Kabala, aslında Yahudilik dışındaki kaynaklara dayanır. Kabala, Eski Mısır'daki ve Mezopotamya'daki pagan inançlardan doğmuştur
Kabala'nın "insan zihninin en kötü sapmalarından biri" olarak görülmesinin nedeni, bu öğretinin büyük ölçüde "büyü" ile ilgili olmasıdır. Kabala, binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Kabala ile uğraşan hahamların büyü gücüne sahip olduğuna inanılmıştır. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala'nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Ortaçağ'ın sonlarında Avrupa'yı saran, özellikle simyacılar tarafından benimsenen batıni (ezoterik) çalışmaların kökeninde de Kabala'nın büyük rolü vardır.
KABALA'NIN KARANLIK DÜNYASI
Yahudi tarihçi Theodore Reinach, Kabala'yı "Yahudiliğin damarlarına giren ve onu tamamen ele geçiren gizli bir zehir" olarak tarif eder. Salomon Reinach ise Kabala'yı "insan zihninin en kötü sapmalarından biri" olarak tanımlamaktadır. Modern Kabalistik çalışmalara ait olan bu resimler, Kabala'nın karanlık dünyasını yansıtmaktadır.
İşte garip olan nokta da buradadır: Yahudilik, Tevrat'ın Hz. Musa'ya vahyedilmesi ile doğmuş İlahi bir dindir. Ama bu dinin içinde, din tarafından yasaklanan büyücülüğü temel uğraşı olarak benimseyen Kabala adlı bir öğreti bulunmaktadır. Bu durum, üstte aktardığımız yorumları doğrulamakta, yani Kabala'nın aslında Yahudiliğe dışarıdan giren bir unsur olduğunu göstermektedir.
Peki nedir bu unsurun kaynağı?
Yahudi tarihçi Fabre d'Olivet bu soruya "Eski Mısır" cevabını verir. Fabre d'Olivet'e göre, Kabala'nın kökeni Eski Mısır'a uzanmaktadır. Kabala, İsrailoğulları'nın bazı liderlerinin Eski Mısır'dan öğrendikleri, sonra da nesilden nesilden aktardıkları sözlü bir gelenektir.17
Bu nedenle, bu kitapta inceleyeceğimiz Kabala-Tapınakçılar-Masonluk zincirinin tam kökenini bulmak için, Eski Mısır'a bakmak gerekmektedir.
ESKİ MISIR'IN BÜYÜCÜLERİ
Firavunlar ülkesi Eski Mısır, dünya tarihinin bilinen en eski uygarlıklarından biridir. Aynı zamanda en baskıcı uygarlıklardan biri olarak kabul edilir. Eski Mısır'ın günümüze ulaşmış olan görkemli yapıları, yani piramitler, sfenksler veya obeliskler, yüz binlerce köle işçinin yıllar boyunca kırbaç ve açlık tehdidiyle ölesiye çalıştırılmalarıyla inşa edilmiştir. Mısır'ın mutlak hakimleri olan Firavunlar, kendilerini "ilah" olarak göstermiş ve tebalarının kendilerine tapınmasını istemişlerdir.
Eski Mısır hakkında bize bilgi ulaştıran kaynakların birisi, elbette Eski Mısır'ın kendi yazıtlarıdır. 19. yüzyılda ele geçen bu yazıtlar, aynı dönemde uzun çalışmalar sonucunda Mısır alfabesinin çözülmesiyle anlaşılmış ve Mısır tarihi hakkında pek çok bilgi ortaya çıkmıştır. Ancak bu yazıtlar, Mısır'ın resmi tarihçileri tarafından yazıldığı için, temelde bu medeniyeti övmeye yönelik taraflı yorumlarla doludur.

Eski Mısır kalıntılarında yer alan bir hiyeroglif yazısı
Bize bu konuda en doğru bilgiyi ulaştıran kaynak ise, elbette, Mısır hakkında detaylı bilgiler verilen Kuran-ı Kerim'dir.
Allah Kuran'da Hz. Musa kıssasında Mısır'daki sistem hakkında da önemli bilgiler verir. Ayetlerde açıklandığı gibi, Mısır'da iki önemli güç odağı bulunmaktadır: Firavun ve onunla birlikte söz sahibi olan yönetici kadro. Bu kadro çoğu zaman Firavun üzerinde önemli bir güce sahiptir. Firavun onlara danışır ve zaman zaman onların telkinlerine göre hareket eder. Aşağıdaki ayetler, bu yönetici kadronun Firavun üzerindeki etkisine işaret etmektedir:
Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."
"Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder."
(Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."
Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
(Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür.";
"Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"
Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, şehirlere de toplayıcılar yolla";
"Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." (Araf Suresi, 104-112)
Dikkat edilirse, ayetlerde, Firavun'a akıl veren, onu Hz. Musa'ya karşı kışkırtan ve yöntemler gösteren bir kadrodan söz edilmektedir. Mısır tarihinin kayıtlarına baktığımızda, bu "kadro"nun iki temel unsuru olduğu görülür: Ordu ve rahipler.

Eski Mısır'daki Firavun rejiminin en önemli dayanağı, rahipler (büyücüler) sınıfıydı. Büyücülerin öğretisi, daha sonra Kabala'nın kökenini oluşturdu ve oradan da masonlara aktarıldı.
Ordunun neden önemli olduğunu açıklamaya gerek yoktur; Firavun rejiminin temel fiziki gücünü oluşturur. Ancak rahiplerin durumuna biraz daha yakından bakmak gerekir. Eski Mısır'daki rahipler, Kuran'da "büyücüler" olarak bahsedilen sınıftır. Firavun rejiminin "fikri dayanağını" oluşturmuşlardır. Kendilerinde özel bir güç ve gizli bir ilim olduğuna inanmışlar, Mısır halkını bu otorite ile etkilemiş ve Firavun yönetimine olan bağlılıklarını sağlamışlardır. Mısır kayıtlarında "Amon rahipleri" olarak bilinen bu sınıf, astronomi, matematik, geometri gibi konuların yanında, büyücülük ve kahinlik gibi batıl inanışlar üzerine yoğunlaşmıştır. 
Eski Mısır'daki söz konusu rahipler sınıfı, kendi içine kapalı ve özel bir ilme sahip olan (veya olduğunu düşünen) bir tarikattır ve bu gibi örgütlenmelere "ezoterik" örgütler denir. Türk masonlarının kendilerine özgü yayınlarından biri olan Mason dergisinde, masonluğun kökeninin bu gibi ezoterik tarikatlar olduğu anlatılır ve özellikle Eski Mısır rahiplerinden bahsedilir:
İnsanlarda düşünce geliştikçe bilim artmış, bilim arttıkça da ezoterik sistem içeriğinde saklamaların konuları genişlemiştir. Bu gelişme içinde, aslında Doğu'da Çin ve Tibet'te başlayarak Hindistan kanalıyla Mezopotamya ve Mısır'a geçmiş olan ezoterik uygulama, oralarda binlerce yıl sürmüş ve özellikle Mısır'da esas egemen güçler olan rahiplerin bilgilerinin temelini oluşturmuştur.18
Peki Eski Mısır rahiplerinin ezoterik felsefesinin günümüz masonlarıyla nasıl bir ilişkisi olabilir? Binlerce yıl önce yıkılmış olan -ve Kuran'da inkara dayalı bir sistemin klasik modeli olarak anlatılan- Eski Mısır'ın günümüze yansıması var mıdır?
Bu sorunun cevabını bulmak için, Eski Mısır rahiplerinin evrenin ve yaşamın kökeni hakkındaki inançlarına bakmak gerekir.
ESKİ MISIR'IN MATERYALİST EVRİM İNANCI
İngiliz mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Eski Mısır'ın masonluğun kökeninde çok önemli bir yeri olduğunu anlatırlar. Yazarlara göre Eski Mısır'dan çağdaş masonlara miras kalan en önemli düşünce ise, "kendi kendine var olan ve rastlantılarla evrimleşen evren" fikridir. Bu ilginç gerçeği şöyle açıklamaktadırlar:
Eski Mısırlılar maddenin her zaman için var olduğuna inanıyorlardı; onlar için bir yaratıcının mutlak olarak hiçlikten bir şey yapmasını düşünmek mantık dışıydı. Onların görüşüne göre, dünya, kaosun içinden düzenin doğmasıyla oluşmuştu... Bu kaotik duruma "Nun" adı veriliyordu ve aynı Sümerler'in tanımı gibi... karanlık, güneşsiz, sulu bir derinlikti, bu derinliğin kendi içinde bir gücü vardı, bu yaratıcı güç kendi kendine düzenin başlamasını emretmişti. Kaosun maddesinin içinde yer alan bu gizli güç, kendi varlığının bilincinde değildi; o bir olasılıktı, düzensizliğin rastgeleliği ile birleşmiş bir potansiyeldi.19
Dikkat edilirse burada anlatılan inanç, günümüzde materyalist felsefe tarafından savunulan ve "evrim teorisi", "kaos teorisi", "maddenin öz örgütlenmesi" gibi terimlerle bilim dünyasının gündeminde tutulan görüşlerle tam bir uyum içindedir. Nitekim Knight ve Lomas da üstteki satırların ardından konuya şöyle devam etmektedirler:
Şaşırtıcıdır ki, bu yaratılış tarifi, günümüzde modern bilim tarafından kabul edilen görüşle, özellikle de karmaşık dizaynların tamamen evrimleşerek ve matematiksel olarak kendini tekrarlayarak düzensiz yapılardan çıkabileceğini savunan "kaos teorisi" ile kusursuz bir uyum içindedir.20

Eski Mısır'ın "dünya görüşü" bu gibi heykellerde gömülü kalmamış, günümüze kadar taşınmıştır. Kendisini Eski Mısır'ın varisçisi olarak gören gizli dernekler aracılığıyla...
Knight ve Lomas, Eski Mısır inançlarının "modern bilim" ile uyum içinde olduğu iddiasındadırlar, ancak aslında "modern bilim" derken kast ettikleri, başta vurguladığımız gibi, evrim teorisi veya kaos teorisi gibi materyalist kuramlardır. Bu kuramlar, her ne kadar hiçbir bilimsel dayanakları olmasa da, son iki yüzyıldır zorla bilime empoze edilmekte, bilim tarafından desteklenen görüşler gibi sunulmaktadır. (Bu kuramları bilim dünyasına empoze edenlerin kimler olduğunu ise ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz.)
Kitabın bu aşamasında önemli bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Buraya kadar ele aldığımız bilgileri özetleyelim:
1) Konuya masonluğun kökeni sayılan Tapınakçı örgütünü ele alarak başladık. İnceledik ki, Tapınakçılar, bir Hıristiyan tarikatı gibi kurulmuşlarsa da Kudüs'te buldukları birtakım gizemli öğretilerden etkilenmiş ve Hıristiyanlıktan tamamen çıkarak sapkın ayinler uygulayan din karşıtı bir örgüt haline gelmiştir.
2) Tapınakçılar'ı etkileyen öğretinin ne olduğunu sorduğumuzda ise, Kabala ile karşılaştık.
3) Kabala'yı ele aldığımızda ise, bu öğretinin her ne kadar bir Yahudi mistisizmi gibi görünse de, aslında Yahudilikten daha öncesine uzanan pagan bir öğreti olduğuna, Yahudiliğe sonradan girdiğine ve asıl köklerinin Eski Mısır'da bulunduğuna dair kanıtlara rastladık.
4) Firavun rejimiyle yönetilen ve tipik bir "inkarcı sistem" olan Eski Mısır'da ise, günümüz inkarcılığının temel felsefesi olan "kendi kendine var olan ve rastlantılarla evrimleşen evren" fikriyle karşılaştık.
Kuşkusuz tüm bunlar anlamlı bir tablo oluşturmaktadır. Eski Mısır'ın büyücülerinin felsefesinin hala canlı olması ve bu canlılığı günümüze taşınmasında etkili olmuş bir zincirin (Kabala-Tapınakçılar-Masonluk zincirinin) izlerinin bulunması, bir rastlantı değildir.
Acaba gerçekten de 18. yüzyıldan bu yana dünya tarihine damgasını vuran, devrimler, felsefeler ve sistemler kuran masonluk, Eski Mısır büyücülerinden gelen bir felsefenin mi mirasçısıdır?
Bu sorunun cevabının daha açık ortaya çıkması için, buraya kadar kısaca özetlediğimiz tarihsel akışı biraz daha yakından incelemek gerekmektedir.
1 World Book Encyclopedia, "Crusades", Contributor: Donald E. Queller, Ph.D., Prof. of History, Univ. of Illinois, Urbana-Champaign, World Book Inc., 1998
2 Geste Francorum, or the Deeds of the Franks and the Other Pilgrims to Jerusalem, trans. Rosalind Hill, London, 1962, s. 91
3 August C. Krey, The First Crusade: The Accounts of Eye-Witnesses and Participants, Pinceton & London, 1921, s. 261
4 August C. Krey, The First Crusade: The Accounts of Eye-Witnesses and Participants, Pinceton & London, 1921, s. 262
5 Michael Baigent, Richard Leigh, The Temple and the Lodge, London, Corgi Books, 1990, s. 78-81. 
6 Masonluk hakkındaki bu tez için bkz. John J. Robinson, Born in Blood: The Lost Secrets of Freemasonry, New York, M. Evans & Company, 1989 
7 Ender Arkun, Masonların Düşünce Evrimine Katkısına Kısa Bir Bakış, Mimar Sinan, 1990, Sayı 77, s. 68 
8 Teoman Bıyıkoğlu, Tampliyeler ve Hürmasonlar, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 11
9 Teoman Bıyıkoğlu, Tampliyeler ve Hürmasonlar, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 9
10 Teoman Bıyıkoğlu, Tampliyeler ve Hürmasonlar, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 19
11 Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, 1997, s. 37
12 G. Delafore, The Templar Tradition in the Age of Aquarius; Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, s. 37
13 C. Wilson, The Excavation of Jerusalem, Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, s. 38
14 Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?, İstanbul, 1992, s. 298-299
15 Gougenot des Mousseaux in Le Juif, Judaïsme et la Judaïsation des Peuples Chrétiens, ss. 499 ,2. Baskı, 1886 
16 Gougenot des Mousseaux in Le Juif, Judaïsme et la Judaïsation des Peuples Chrétiens, s.21, quoting Theodore Reinach, Histoire des Israélites, s. 221, ve Salomon Reinach, Orpheus, s. 299. 
17 Fabre d'Olivet, La Langue Hébraïque, 1815, s. 28 
18 Mason Dergisi , sayı: 48-49, s. 67
19 Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, London, 1997, s. 131
20 Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, London, 1997, s. 131

MATERYALİZMİN PERDE ARKASI



Kitabın ilk bölümünde Eski Mısır'daki Firavun rejiminden söz etmiş ve bu rejimin felsefi dayanakları hakkında önemli tespitlerde bulunmuştuk. Eski Mısır'ın çok ilginç bir özelliği, başta da belirttiğimiz gibi, materyalist olması, yani maddenin sonsuzdan beri var olduğuna, yaratılmadığına inanmasıdır. Bu konuda mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas'ın, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında verdikleri bilgileri, önemi nedeniyle tekrar aktaralım:
Eski Mısırlılar maddenin her zaman için var olduğuna inanıyorlardı; onlar için bir yaratıcının mutlak olarak hiçlikten bir şey yapmasını düşünmek mantık dışıydı. Onların görüşüne göre, dünya, kaosun içinden düzenin doğmasıyla oluşmuştu... Bu kaotik duruma "Nun" adı veriliyordu ve aynı Sümerlerin tanımı gibi... karanlık, güneşsiz, sulu bir derinlikti, bu derinliğin kendi içinde bir gücü vardı, bu yaratıcı güç kendi kendine düzenin başlamasını emretmişti. Kaosun maddesinin içinde yer alan bu gizli güç, kendi varlığının bilincinde değildi; o bir olasılıktı, düzensizliğin rastgeleliği ile birleşmiş bir potansiyeldi. 54
Yazarların da belirttiği gibi, eski Mısır'ın bu akıl ve mantık dışı inancı ile günümüzdeki materyalist görüşler ve materyalist bilim teorileri arasında şaşırtıcı bir benzerlik vardır. Bunun gizli, fakat çok önemli bir nedeni ise, tüm bu akıl dışılığına rağmen, dünya üzerinde kurmak istedikleri dinsiz toplum modeli açısından uygun gördükleri Eski Mısır inançlarını benimseyen ve yaşatmayı hedefleyen çağdaş bir örgütün varlığıdır: Masonluk...
MASONLAR VE ESKİ MISIR
Eski Mısır'ın materyalist felsefesi, bu uygarlık ortadan kalktıktan sonra yaşamaya devam etti. Bazı Yahudiler bu felsefeyi devralarak, Kabala öğretisi içinde yaşattılar. Öte yandan, bazı Yunan düşünürleri de aynı felsefeyi devraldılar ve "Hermetizm" olarak bilinen Eski Yunan öğretisi içinde yeniden yorumlayıp devam ettirdiler.
Hermetizm kavramı, Eski Mısır inancındaki hayali tanrılardan biri olan "Thoth"un Yunanca'daki karşılığı olan "Hermes" kelimesinden gelir. Bir başka deyişle Hermetizm, Eski Mısır felsefesinin Eski Yunan'daki karşılığıdır.
Bu felsefenin kökenini ve günümüz masonluğundaki yerini, üstad mason Selami Işındağ şöyle anlatır:
Eski Mısır'da Hérmetisme düşünü ve inanç sistemini oluşturan bir tarikat vardı. Masonluğun buna benzer yanları vardır. Örneğin; belirli düzeye gelmiş insanlar, gizli toplantılarda tarikatın törenlerini yaparlar, tinsel duygularını ve düşünülerini açıklarlar, daha küçük dereceli üyeleri eğitirlerdi. Pithagore, bunların arasında yetişmiş bir hermetiktir. Yine eski Mısır'dan kökünü alan İskenderiye Okulu ve eski Yunan'dan çıkan Néoplatonisme gibi örgüt ve düşünü sistemlerinin kuruluş biçimi ve düşünü yanları, mason Ritlerine çok benzer.55
Işındağ, masonluğun kökenindeki Eski Mısır etkisini daha da açık şekilde şöyle ifade eder: "Franmasonluk, toplumsal ve töresel bir kuruluştur. Başlangıcı eski Mısır'a kadar uzanır."56

Eski Mısırlılar, maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve evrendeki düzenin kendi kendine ortaya çıktığı şeklindeki bir hurafeye inanıyorlardı.
Diğer pek çok mason otorite de, masonluğun kökeninin Eski Mısır ve Eski Yunan gibi pagan (putperest) kültürlerdeki gizli derneklere uzandığını belirtmektedir. Türk masonlarının büyüklerinden Celil Layıktez, Mimar Sinan dergisinde yayınlanan "Masonik Sır, Ketumiyet Nedir? Ne Değildir?" başlıklı makalesinde şöyle yazmaktadır:
Eski Yunan, Mısır ve Roma uygarlıklarında muayyen bir bilim, bir "gnose" veya gizli irfan çevresinde toplanan "Giz Okulları" (écoles de mystères) bulunurdu. Bu Giz Okulları'nın mensupları, ancak uzun tahkikatlardan sonra ve tekris merasimleri ile kabul edilirlerdi. Bu okulların arasında, ilkinin "Osiris" okulu olduğu sanılan cemiyette çalışmaların esaslarını, Osiris'in doğuşu, delikanlılık dönemi, karanlıklara karşı verdiği mücadeleler, nihayet ölümü ve tekrar dirilmesi temalarını oluştururdu. Bu temalar ritüelik dramalar şeklinde ruhban sınıf tarafından merasimler esnasında oynanırdı ve böylece fiilen iştirak edilerek temsil edilen ritüel ve sembolizmanın daha etken olması sağlanırdı...
Bu olaylar, yıllar sonra masonluk ismi altında sürecek bir inisyatik kardeşlik dizisinin ilk halkalarını oluşturmuştur. Bu gibi kardeşlikler, daima aynı idealler çevresinde kurulmuşlar, baskılar altında gizlice hayatiyetlerini sürdürebilmişler, isimlerini, şekillerini değiştire değiştire, ancak antik sembolizma ile landmarklarına sadık kalarak ve fikren birbirlerinin mirasçısı olarak çağımıza kadar gelebilmişler; savundukları düşüncelerin yerleşmiş düzeni sarsabilme olasılığına karşı, kendi aralarında ketumiyet kurallarına uymuşlar, cehlin de gazabından kurtulabilmek için, kendi ketum mesleki kurallarını içeren Operatif Masonluğa sığınarak onu fikren tohumlamışlar ve böylece bildiğimiz modern Spekülatif Masonluğun oluşumunda etken olmuşlardır.57
Layıktez, üstteki sözlerinde, masonluğun kökenini oluşturan dernekleri överek anlatmakta, "cehle karşı" kendilerini gizlediklerini iddia etmektedir. Bu taraflı yorumlar bir kenara bırakılırsa, üstteki alıntıdan, masonluğun, Eski Mısır, Eski Yunan ve Roma gibi her üçü de pagan (putperest) olan medeniyetlerde kurulan derneklerin günümüze ulaşan bir temsilcisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu üç medeniyet içinde en eskisi ve diğerlerine öncülük etmiş olanı Mısır olduğu için de, masonluğun ana kaynağının Eski Mısır olduğunu söylemek mümkündür. (Bu pagan gelenekle günümüz masonları arasındaki temel bağlantının Tapınakçılar olduğunu daha önce incelemiştik.)
Eski Mısır'ın, Allah'ın Kuran'da "inkar sistemi" olarak en detaylı şekilde anlattığı örneklerden biri olduğunu bu noktada tekrar hatırlatmak gerekir. Özellikle de Mısır'ın hakimleri olan Firavunlar ve yakın çevreleri, pek çok ayette zalimlikleri, adaletsizlikleri, azgınlık ve taşkınlıklarıyla anlatılmaktadır. Mısır halkı da, bu sistemi kabullenmiş, Firavun'u ve diğer sahte Mısır ilahlarını benimsemiş sapkın bir kavimdir.
Bu gerçeğe karşın masonlar hem kendi kökenlerinin Eski Mısır'da olduğunu belirtmekte, hem de Eski Mısır'ı övülesi bir toplum modeli olarak görmektedirler. Mimar Sinan dergisindeki bir makalede, Eski Mısır'ın pagan tapınaklarının övülmesi ve buraların "Masonluk mesleğinin kaynakları" olarak nitelenmesi dikkat çekicidir:
... Egypte'liler (Mısırlılar) Heliopolis (güneş şehri) ve Menfis şehirlerini kurmuşlardır. Ve masonik efsaneye göre, bu iki şehir, ilim ve fennin, yani, masonik tabirle Nur'u Ziya'nın kaynağı olmuştur. Heliopolis'i ziyaret etmiş olan Pisagor oradaki mabetten uzun uzadıya bahseder. Bunun yetiştiği tapınak, Menfis Tapınağı, tarihî bir önem taşır. Teb şehrinde yüksek dereceli okullar bulunurdu. İşte Pisagor, Eflatun ve ... Çiçeron Mısır'da masonluk mesleğine bu şehirlerde intisab etmişlerdir.58
Mason kaynaklarında, sırf Eski Mısır'ın geneline değil, bu sistemin zalim yöneticileri olan Firavunlara karşı da büyük bir övgü ve yakınlık vardır. Mimar Sinan dergisindeki bir diğer makalede şunlar yazılıdır:
Firavun'un başlıca vazifesi, NUR'u aramaktır. Gizli Nur'u, daha canlı ve daha kuvvetli bir surette yüceltmektir.. Biz masonlar, nasıl Süleyman Mabedi'ni inşaya çalışıyorsak, eski Mısırlılar da Ehramı, yani Nur Evini inşaya çalışırlardı.Eski Mısır mabetlerinde yapılan ayinler, bazı derecelere ayrılmıştı. Bu dereceler iki kısımdı. Küçük ve büyük dereceler. Küçük dereceler, bir-iki-üç diye ayrılmıştı; bundan sonra Büyük dereceler başlardı.59
Buradan anlaşılmaktadır ki, Eski Mısır'ın Firavunları ile masonların aradıkları ve "nur" dedikleri kavram aynıdır. Bir diğer ifadeyle, masonluk, Firavun düzenine hakim olan felsefenin çağdaş temsilcisidir. Bu felsefenin ne olduğunu ise Allah'ın Kuran'da Firavun ve kavmi için verdiği "Gerçekten onlar, fasık (sapkın) olan bir kavimdir" (Neml Suresi, 12) hükmü tarif eder. Diğer ayetlerde ise, Mısır'ın inkarcı sistemi şöyle anlatılmaktadır:
Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?"...
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. (Zuhruf Suresi, 51-54)
MASON LOCALARINDAKİ ESKİ MISIR SEMBOLLERİ
Eski Mısır ile masonlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyan önemli gerçeklerden biri de, masonluğun sembolleridir.
Semboller masonlukta çok büyük önem taşır. Masonlar, felsefelerini, gerçek manalarını sadece kendi üyelerine açıkladıkları semboller aracılığıyla ifade ederler. 33 derecelik masonik hiyerarşi içinde kademe kademe yükselen mason, her derecede masonik sembollerin yeni anlamlarını öğrenir. Böylelikle masonik felsefenin derinliklerine aşama aşama ulaşır.
LOCADAKİ FİRAVUN

Günümüz masonluğu, Eski Mısır felsefesini yaşatmakta ve bunu sembolleriyle ifade etmektedir. Üstteki loca resminde yer alan Firavun tasviri (masanın alt kısmında) bu sembolizmin bir örneğidir.

Washington'daki Büyük Mason Locasının girişinde iki
Eski Mısır sfenksi yer alır. (üst. sol)

Temsili Mason mabetleri (üst. sol ve sag)
Sembolizmin bu işlevi, Mimar Sinan dergisindeki bir makalede şöyle açıklanmaktadır:
Hepimiz biliyoruz ki, Masonluk fikir ve ideallerini birtakım semboller ve hikayelerle yani birtakım allegorilerle ifade etmektedir. Bu hikayeler hep tarihin ilk çağlarına, hatta diyebiliriz ki, Prehistorik devre ait efsanelere dayanmaktadır. Bu suretledir ki, masonluk hem ideallerinin eskiliğini belirtmiş hem de zengin bir sembol kaynağı kazanmış olmaktadır...60



Eski Mısır'daki efsanevi Memphis şehrine dair bir tasvir. Masonlar pagan mabedleriyle dolu bu kenti "nurun kaynağı" olarak kabul etmektedirler
Masonluğun "tarihin ilk çağlarına" uzanan sembol ve efsanelerinin içinde, Eski Mısır kavramları başta gelir. Mason localarının dört bir yanında ve masonik yayınlarda sık sık Eski Mısır sembollerine, piramit, sfenks çizimlerine, hiyeroglif yazılarına rastlamak mümkündür. Mimar Sinan dergisindeki bir yazıda, "masonluğun en eski kökeni" hakkında şöyle söylenmektedir:
"En eski" olarak Mısır'ı seçersek sanırım ki yanılmış olmayız. Ayrıca, masonluğa en yakın ve benzer merasim, derece ve felsefenin Eski Mısır'da bulunuşu da, dikkatlerimizi öncelikle oraya çekmektedir.61
Yine Mimar Sinan'daki "Masonluğun Sosyal Kaynakları ve Amaçları" başlıklı bir makalede şöyle yazılıdır:
Eski çağlarda Mısır'da Menphis mabedinde büyük bir titizlikle ve ihtişam ile yapılan ve çok uzun süren tekrislerin oluşunda masonik merasime benzeyen benzerlikler çoktur.62
Eski Mısır-masonluk bağlantısına dair bazı örnekleri sırasıyla inceleyelim:
GÖZÜN ALTINDAKİ PİRAMİT
Dünyadaki en ünlü masonik sembol, büyük olasılıkla, 1 dolarlık Amerikan banknotunun üzerinde yer alan ABD mührüdür. Mühürde yarım bir piramit ve bu piramitin tepesine oturtulmuş bir "üçgen içinde göz" sembolü yer alır. "Üçgen içinde göz" mason localarının değişmez sembolüdür ve adeta masonluğun bir numaralı işareti durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, bu gerçeğe vurgu yaparlar.
Üçgen içindeki gözün altındaki piramit nispeten daha az dikkat çekmiştir. Oysa bu piramit de son derece anlamlıdır ve masonluğun felsefesini tanımlamak bakımından oldukça açıklayıcıdır. ABD mührü hakkında bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı akademisyen Robert Hieronimus'un bu konuda verdiği önemli bilgiler vardır. Hieronimus'un tezi "Amerikan Büyük Mührü'nün Arka Yüzünün Tarihsel Bir Analizi ve Hümanist Psikoloji ile İlişkisi" başlığını taşımaktadır. Tezde, mührü benimseyen ABD kurucularının mason olduklarına, bu nedenle hümanist felsefeyi benimsediklerine vurgu yapılmakta ve mühürde de bunu yansıttıkları bildirilmektedir. Bu hümanist mesajların Eski Mısır ile olan bağlantısı ise, mührün merkezindeki piramit tarafından simgelenmektedir. Piramit, Mısır'daki Firavun mezarlarının en büyüğü olan Keops Piramidi'nin bir tasvirinden ibarettir.63
GÖZ VE PİRAMİT
Masonların en ünlü sembolleri arasında yer alan üçgen içinde göz ve piramit, Eski Mısır'dan alınmadır. ABD Büyük Mührü'nde (üstte) yer alan piramit, Firavun Keops adına yapılan büyük piramittir. (üstte solda) Göz sembolü ise Eski Mısır gravürlerinde sıkça kullanılan bir rumuzdur. (sol altta)
ALTI KÖŞELİ YILDIZ'IN MASONİK ANLAMI

Masonluğun en ünlü sembollerinden olan altı köşeli yıldız
Masonluğun bir diğer ünlü sembolü, iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan altı köşeli yıldızdır. Aynı zamanda Yahudilerin geleneksel sembolü olan bu figür, İsrail Devleti'nin bayrağında da yer almaktadır. Mührün ilk kez Hz. Süleyman tarafından kullanıldığı kabul edilir. Dolayısıyla da bir "peygamber mührü" olan altı köşeli yıldız, Rahmani bir semboldür.
Ancak bu konuda masonların farklı bir düşüncesi vardır. Onlar, altı köşeli yıldızı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın sembolü olarak değil, Eski Mısır'ın putperest kültürünün sembolü olarak benimsemişlerdir. Mimar Sinan dergisindeki "Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller" başlıklı bir makalede bu ilginç gerçek şöyle açıklanır:
Eşkenar üçgen, üç noktayı eşit uzaklığa dikerek bu değerlerin eş değer oluşunu işaret eder. Masonluğun da benimsediği ve Davut'un yıldızı diye bilinen iç içe geçmiş iki eşkenar üçgen yani hegzagram; bugün Yahudiliğin sembolü olarak bilinir ve İsrail'in bayrağında yer alır. Ama aslında bu sembolün başlangıcı eski Mısır'dır. Bu amblemi ilk olarak Tampliye Şövalyeleri yaptırdıkları kiliselerde anlamlı bir duvar süslemesi olarak kullanmaya başladılar. Çünkü Kudüs'te Hıristiyanlıkla ilgili önemli gerçekleri ilk keşfedenler onlardı. Tampliyeler alaşağı edildikten sonraki yıllarda, bu amblem bu sefer sinagoglarda kullanılmaya başlandı. Ama masonlukta biz bu amblemi şüphesiz Eski Mısır'daki ilk evrensel anlamıyla kullanıyoruz. Bu anlamda da iki önemli gücü birbiriyle kaynaştırıp birleştirmiş oluyoruz. Bu iki eşkenar üçgenin alt ve üst tabanlarını silerseniz karşınızda çok iyi tanıdığınız bu nadide sembolü bulursunuz.64



Bir peygamber mührü olan altı köşeli yıldız, Rahmani bir semboldür. Oysa masonlar onu Eski Mısır'daki pagan inanışına göre yorumlayarak kullanırlar.
Aslında masonların Hz. Süleyman Tapınağı ile ilgili tüm sembollerini bu mantıkta yorumlamak gerekir. Hz. Süleyman, Kuran'da bildirildiği üzere, kendisi aleyhinde iftiralar uydurulmuş, sanki inkara düşmüş gibi gösterilmek istenmiş bir peygamberdir. Allah bir ayette, "Ve onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti..." (Bakara Suresi, 102) şeklinde buyurur.
Masonlar ise, Hz. Süleyman hakkındaki söz konusu çarpık bakış açısını benimsemiş, onu Eski Mısır'dan gelen pagan öğretilerin temsilcisi saymış ve bu nedenle Hz. Süleyman'a kendi öğretileri içinde büyük bir yer ayırmışlardır. Amerikalı tarihçi Michael Howard The Occult Conspiracy adlı kitabında, Ortaçağ'dan bu yana, Hz. Süleyman'ın (kendisini tenzih ederiz) sanki bir büyücüymüş gibi algılandığının görüldüğünü, birtakım pagan fikirlerin Yahudilik içindeki temsilcisi olarak kabul edildiğini anlatmaktadır.65 Howard bu bakış açısı nedeniyle masonların Hz. Süleyman mabedini bir "pagan tapınağı" olarak algıladıklarını ve bu yüzden tapınağa önem verdiklerini belirtmektedir.66
Gerçekte Allah'a karşı son derece bağlı ve itaatli bir kul ve peygamber olan Hz. Süleyman hakkında üretilmiş olan bu sahte imaj, masonluğun gerçek kökenini göstermesi açısından önemlidir.

Çift sütun, göz, pergel-gönye gibi çeşitli masonik semboller birarada
ÇİFT SÜTUN
Mason localarının değişmez dekorlarından biri, locanın girişinde yer alan ikiz sütunlardır. Üzerlerine "Jakin" ve "Boaz" kelimeleri kazınmış olan bu sütunlar, Hz. Süleyman Tapınağı'nın girişinde yer alan iki sütunun taklidi olarak bilinir. Oysa gerçekte bu sembolde de masonların kastı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ı anmak değil, Hz. Süleyman hakkında üretilen iftira yoluyla, ilham aldıkları pagan inançları ifade etmektir. Bu sütunların kökeni de yine eski Mısır'dır. Mimar Sinan dergisindeki "Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller" başlıklı makalede bu konuda şu açıklama yapılır:
Örneğin Mısır'da Horus ve Sut göklerin ikiz mimarı ve dayanağı idiler. Hatta Tebai'deki Baccus da öyleydi. Localarımızdaki iki sütun da eski Mısır kaynaklıdır. Mısır'daki bu sütunların biri güneyde Thebes şehrinde diğeri kuzeyde Heliopolis'tedir. Mısır'ın baş tanrısı Ptah'a adanmış Amenta isimli tapınağın girişinde Solomon tapınağının girişinde olduğu gibi iki sütun vardı. Güneşle ilgili en eski mit'lerde de sonsuzluğun giriş kapısı önünde dikili akıl ve kuvvet isimli iki sütundan bahsedilir.67
LOCALARDAKİ MISIR DİLİ
İngiliz mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında masonluğun Eski Mısır kökenine dikkat çekerler. Bu konuda verdikleri ilginç bilgilerden biri, Üstad Mason seviyesine yükselen masonlar için yapılan törende kullanılan sözcüklerdir. Sözcükler şöyledir:
Ma'at-neb-men-aa, Ma'at-ba-68
Knight ve Lomas, bu sözcüklerin çoğu zaman anlamı düşünülmeden kullanıldığını, ancak gerçekte Eski Mısır dilinde olduklarını ve şu anlama geldiklerini açıklarlar:
Kurulu olan Duvarcı Ustalığı uludur, Duvarcı Ustalığının ruhu uludur.69
Yazarlar, Eski Mısır dilindeki "Ma'at" kelimesinin tam olarak "duvarcılık" anlamına geldiğini ve bunun en uygun tercümesinin de "masonluk" olduğunu söylemektedirler. Bunun anlamı, günümüz mason localarında, binlerce yıl önce ölmüş olan Mısır dilinin hala kullanıldığıdır.

Wolfgang Amadeus Mozart
MOZART'IN "SİHİRLİ FLÜT"Ü
Masonların tarihindeki ilginç hikayelerden biri, ünlü besteci Mozart'ın "Sihirli Flüt" operasıdır. Mozart bir masondur ve bu bestesinin pek çok yerinde masonik mesajlar verdiği kabul edilmektedir. İşin ilginç yanı, bu masonik mesajların Eski Mısır'ın pagan (putperest) inançları ile yakından ilgili olmasıdır. Mimar Sinan dergisinde konu şöye açıklanır:
Bilindiği gibi masonik ritüellerin Antik Mısır ritüelleri ile belli bağlantıları vardır. Sihirli Flüt üzerinde çalışanlar da her ne kadar "Uzak Doğu ile ilgili bir masal" olarak konuyu ele aldılarsa da temelde Mısır ritüelleri vardı. Mısır mabedlerindeki Tanrılar ve bunların karşıtları olan Tanrıçalar Sihirli Flüt'ün de karakterlerinin oluşmasında etkili oldular.70
OBELİSKLER
Masonların önem verdikleri sembollerden biri de, Eski Mısır mimarisinin önemli unsurlarından biri olan "obelisk"tir. Obelisk, tepesi piramit şeklinde olan, tek parça, dikine uzun bir kuledir. Çoğu okurun tanıyacağı bir obelisk, İstanbul'un Sultanahmet meydanında bulunan ve turistlerin büyük ilgisini çeken "dikilitaş"tır. Üzerlerinde Eski Mısır'ın hiyeroglif yazıları kazınmış olan obeliskler, asırlar boyu toprak altında gizli kaldıktan sonra 19. yüzyılda gün ışığına çıkarılmış ve daha sonra da New York, Londra ve Paris gibi Batılı kentlere taşınmışlardır. Obelisklerin en büyüğünün gönderildiği ülke ise ABD'dir ve bu işi masonlar organize etmişlerdir. Çünkü obeliskler ve üzerlerinde taşıdıkları Eski Mısır figürleri, masonlarca kendi sembolleri olarak kabul edilmektedir. Mimar Sinan dergisinde, New York'taki 21 metre boyundaki büyük obelisk için şu yorum yapılır:
Mimari avadanlığın sembolik kullanılışında en canlı misal 1878 yılında Mısır Hidîvi İsmail tarafından ABD'ne hediye edilen ve adına Kleopatra iğnesi denilen anıttır. Bu anıt bugün New-York'taki Central Park'ta bulunmaktadır. Üzeri masonik amblemlerle doludur. Anıt aslında Heliopolis'te Güneş-Tanrı adına kurulmuş olan ve bir inisiasyon merkezi olan tapınağın girişine MÖ 1500 yıllarında dikilmiş bulunmakta idi.71
İSİS EFSANESİ-DUL KADIN
Masonluğun sembolleri arasında yer alan önemli bir kavram da "dul kadın" tasviridir. Masonlar kendilerini "dul kadının çocukları" olarak tarif eder ve yayınlarında "dul kadın" resimlerini sık sık kullanırlar. Peki nedir bu kavramın kökeni? "Dul kadın" gerçekte kimdir?
Masonik kaynaklar incelendiğinde, dul kadın sembolünün de Eski Mısır kökenli bir efsane olduğu ortaya çıkar. Söz konusu efsane, Eski Mısır'ın en ünlü mitlerinden biri olan "Osiris-İsis" hikayesidir. Osiris, Eski Mısırlıların "bereket tanrısı" olarak kabul ettikleri hayali bir erkek tanrıdır. İsis ise Osiris'in eşidir. Efsaneye göre Osiris bir kıskançlık cinayetinin kurbanı olmuş ve İsis dul kalmıştır. İşte masonların "dul kadını", bu İsis'tir. Mimar Sinan dergisindeki bir makalede konu şöyle açıklanmaktadır:
Sık sık makalelere ve konferanslara konu olan Osiris-İzis menkıbesi, Mısır mitolojisinin masonluğa en yakın olan mit'idir. İzis mabedinin rahipleri arasına katılabilmek için geçirilen imtihan, masonluktaki tekrisin ta kendisidir. Bir kere daha tekrarı gereksiz ve sıkıcı olacaktır. Orada ışık (nur) en önemli unsurlardan biridir: Şarkın karanlıklarına (zulmet) gömülmek için öğleden itibaren alçalmaya başlayan sabah güneşi, tanrı Osiris'in görevini her gün yeniden üstlenir; tıpkı öldürülen babasının yerine daha parlak şekilde geçen Horus gibi. Nihayet evladı olduğumuz "dul kadın" Osiris'in dul eşi İzis'den başkası değildir.72
Görüldüğü gibi, kendisini "akıl ve bilimin yolunda" gibi gösteren masonluk, aslında sayısız batıl inançla dolu bir "hurafeler öğretisi"dir.

(Solda) New York Central Park'ta yer alan "üzeri masonik amblemlerle dolu" obelisk
(Ortada) Eski Mısır'ın günümüze ulaşan kalıntılarından biri: Krallar Vadisi'ndeki büyük
Firavun heykelleri ve önlerinde yükselen obelisk
(Sağda) Eski Mısır'a ait bir İsis portresi
GÖNYE VE PERGEL
Mason sembolleri içinde en çok bilineni ise iç içe geçmiş bir gönye ve pergelden oluşan kompozisyondur. Masonlar kendilerine sorulduğunda bu sembolün bilim, geometrik düzen, akılcılık gibi kavramları simgelediğini belirtirler. Oysaki gönye-pergelin bundan daha farklı bir anlamı vardır.
Bunu, tüm zamanların en büyük mason üstadlarından biri sayılan Albert Pike'ın Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabından öğrenmek mümkündür. Pike, bu kitabın 839. sayfasında pergel ve gönye sembolü hakkında şöyle yazmaktadır:
"Bu, Aryanlardaki Brahman ve Maya inançlarında veya Mısır'daki Osiris ve İsis efsanesinde olduğu gibi, kutsallığın ikili bir doğası olduğu düşüncesini sembolize eder. Örneğin Güneş erkek, Ay ise dişi bir doğaya sahiptir."73
Bunun anlamı, masonların en ünlü sembolü olan gönye-pergelin, aslında yine Eski Mısır'dan veya Hıristiyanlık öncesi Aryan inançlarından kaynaklanan pagan bir hurafenin işareti oluşudur. Pike'ın alıntısında geçen Ay ve Güneş sembolleri de mason localarında yer alan önemli bir semboldür ve bunlar Ay'a ve Güneş'e tapınan antik pagan toplumların batıl inançlarının bir ifadesinden başka bir şey değildir.
MASONLUĞUN PAGAN FELSEFESİ
Buraya kadar ele aldığımız bilgiler, masonluğun kökleri Eski Mısır'a uzanan pagan (putperest) bir öğretinin mirasçısı olduğunu, masonik kavram ve sembollerin gerçek anlamının burada gizlendiğini göstermektedir. Masonluk bu nedenle İlahi dinlere karşı ve düşmandır. Bu nedenle hümanist, materyalist ve evrimcidir. Amerikalı tarihçi Michael Howard, masonluğun ancak üst derecelerinde tam olarak açıklanan bu sırrı şöyle anlatır:

Albert Pike ve onun anısına basılan masonik madalyon
Neden Hıristiyanlar masonluğa karşı bu denli eleştirel olmuşlardır?... Bu sorunun cevabı masonluğun "sırlarında" yatmaktadır. Eğer bu sırlar toplumun geneline açıkça bildirilseydi, okültizm ve antik dinler konularında eğitimli olmayanların bunları anlaması oldukça zor olurdu. Gerçekte masonluğun sıradan üyelerinin çoğunun bile bu sırların anlamını kavradıklarını düşünmek zordur. Ancak masonluğun daha iç çemberlerinde, yüksek derecelere ulaşmış olanlar arasında, masonluğun pagan devirlerden gelen Hıristiyanlık-öncesi antik bir geleneğin mirasçısı olduğunu anlayanlar vardır.74

Gönye-pergel sembolünü, Eski Mısır'ın ünlü sembollerinden biri olan kartalla birlikte resmeden bir masonik yapı maketi
Türk masonlarının kaynakları incelediğinde de, üst düzey masonların, diğer biraderlerinden gizli tuttukları bir öğretiye sahip oldukları açıkça görülmektedir. Üstad mason Necdet Egeran'ın kaleme aldığı bir yazıda, yüksek dereceli masonların bu konudaki düşüncesi şöyle aktarılmaktadır
Bazı masonlar bile masonluğu sadece yarı dini, yarı yardımsever, tatlı sosyal ilişkiler kurulabilen bir dostluk müessesesi olarak tanır ve ona göre hareket eder. Bazıları ise masonluğun maksadının sadece iyi insanları daha iyi yapmak olduğunu sanır. Diğer bir kısım mason, masonluğu karakter yapma yeri telakki eder. Velhasıl masonik kutsal dili okuyup yazmayı bilmeyenlerin sembollerden ve alegorilerden çıkardıkları manalar bunlar ve bunlara benzer değerdedir. Biraz derinine inebilen masonlar için masonluk ve onun maksat ve gayesi bambaşkadır. Masonluk bir eriştirme bilimidir. Eriştirme, inisiyasyon, yeni bir başlangıç manasına gelir. Eski bir yaşayış tarzını bırakıp, yeni ve daha asil bir hayata giriş demektir... Masonlukta çok elemanter ve basit bir sembolizm arkasında, varlığımızın sırlarının öğrenebileceği daha yüksek bir iç hayata girmemize yardım eden bir eriştirme silsilesi mevcut bulunmaktadır. İşte bu iç hayatta ve ona geçiştedir ki Masonluk Aydınlığına ulaşmak mümkün oluyor. Terakki ve tekamülün vasıflarını ve şartlarını öğrenmek kabil oluyor.75
Alıntıda bazı düşük dereceli masonların, bu örgütü bir "yardımseverlik ve sosyal ilişkiler müessesesi" zannettikleri oysa masonluğun insanın "varlığının sırları" ile ilgili olduğu vurgulanmaktadır. Yani masonluğun "yardımseverlik ve sosyal ilişkiler müessesesi" görüntüsü, aslında bu örgütün felsefesini kamufle eden ve bir taraftan da sembolik olarak ifade eden bir kılıftır. Masonluk gerçekte belirli bir felsefeyi kendi üyelerine ve topluma empoze etmek için sistemli şekilde çalışan bir örgüttür.
Masonluğun pagan kültürlerden, başta da Eski Mısır'dan devraldığı bu felsefenin en temel unsuru ise, başta da belirttiğimiz gibi materyalizmdir.
MASON KAYNAKLARINDA MATERYALİZM
I: MUTLAK MADDE İNANCI
Günümüzde masonlar, aynen Eski Mısır'daki Firavunlar, rahipler ve diğer sosyal sınıflar gibi, maddenin sonsuzluğuna, yaratılmadığına ve canlılığın cansız maddenin içinden rastlantılarla doğduğuna inanmaktadırlar. Materyalist felsefenin temel unsurları olan bu görüşleri, masonik kaynaklarda detaylarıyla okumak mümkündür.
Üstad mason Selami Işındağ'ın Masonluktan Esinlenmeler adlı kitabında, masonluğun katıksız materyalist felsefesi şöyle açıklanmaktadır:
Bütün uzay, atmosfer, yıldızlar, doğa, cansız ve canlı dediğimiz herşey, atomlardan oluşmaktadır. İnsan da doğadaki çeşitli atomların toplamından başka bir şey değildir. Canlıların yaşamı, atomlar arası elektrik akımının bir dengesiyle sağlanmaktadır. Bu dengenin -atomlardaki elektrisitenin değil- ortadan kalkmasıyla öldüğümüz vakit, toprağa dönüşüp atomlara ayrılıyoruz. Yani özdekten (madde) enerjiden gelmişiz, özdeğe, enerjiye dönüşüyoruz. Atomlarımızdan bitkiler, onlardan da canlılar ve bizler yararlanıyoruz. Öyleyse herşey eşit hamurdan yapılmıştır. Ancak evrime erişmiş en son hayvan olan bizde beyin en yetkin (mükemmel) durumda bulunduğundan, bilinç oluşmuştur. Deneysel Ruhbilim'in verilerini göz önünde tutarsak, "duygu-zihin-buyrultu"dan oluşan üç ruhsal yaşantımızın, beyin korteks hücreleri ve hormonların dengeli fonksiyonları sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır... Olumlu bilim ve akıl, hiçbir şeyin yoktan var edilmediğini ve yok olmadığını benimsemiştir. Buna göre insanın hiçbir güce minnettar ve borçlu olmadığı sonucunu çıkarma olanağı vardır. Evren bir total enerjidir. Başlangıcı ve sonu bilinmemektedir. Herşey bu total enerjiden doğar. Evrime uğrar, ölür, ama tümüyle kaybolmaz. Değişir ve dönüşür. Gerçek ölüm ve kayboluş yoktur. Sürekli değişme, dönüşme ve oluşma vardır. Ama bu büyük sorunu, bu evrensel gizemi (sır) bilimsel yasalarla açıklama olanağı yoktur. Bilim dışı açıklamalar da bir imgesel (hayali) tasarıdır, dogmadır, boş inançtır. Olumlu bilim ve akla göre, bedenden ayrı bir ruh olamaz.76
Bu satırlarda sıralanan görüşlerin aynısını, Marx, Engels, Lenin, Politzer, Sagan, Monod gibi materyalist düşünürlerin kitaplarında da bulabilirsiniz: Bunlar, evrenin sonsuzdan beri var olduğu, maddenin tek mutlak varlık olduğu, insanın maddeden ibaret olduğu ve bir ruha sahip olmadığı, maddenin kendi içinde evrimleştiği ve yaşamın böyle ortaya çıktığı gibi, temel materyalist hurafelerdir. Hurafe terimini kullanmak yerindedir, çünkü -Işındağ'ın "bunlar olumlu akıl ve bilimin sonuçlarıdır" şeklindeki iddiasının aksine- gerçekte tüm bu görüşler 20. yüzyılın ikinci yarısındaki bilimsel bulgular tarafından çürütülmüş durumdadır. Örneğin bugün bilim çevrelerince kesin kabul görmüş olan Big Bang teorisi, evrenin bundan milyarlarca sene evvel yoktan yaratıldığını bilimsel olarak ispatlamıştır. Termodinamik Kanunu, maddenin "kendi kendini düzenleme" gibi bir vasfı olmadığını, dolayısıyla evrendeki denge ve düzenin bilinçli bir yaratılışın eseri olduğunu göstermektedir. Biyoloji, canlılardaki olağanüstü tasarımları ortaya koyarak, tüm bunları var eden bir Yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı, Materyalizmin Sonu, Materyalizmin Çöküşü, Hayatın Gerçek Kökeni, Evrim Aldatmacası)
Işındağ satırlarının devamında, masonların gerçekte materyalist (ve dolayısıyla ateist) olduklarını, "Evrenin Ulu Mimarı" kavramını ise gerçekte maddi bir evrimi kastederek kullandıklarını şöyle açıklar:
Kısaca, hem de pek kısaca, bazı masonik ilkelere, düşünüş ve benimseyişlere de değinmek istiyorum: Masonluğa göre yaşam (hayat) tek hücreden başlar, değişme, dönüşme ve evrim (tekamül) ile insana kadar gelir. Başlangıcın kendiliği (mahiyet), nedenleri, amacı ve koşulları bilinemez. Yaşam, özdek-enerjiden çıkmıştır ve ona dönecektir. Evrenin Ulu Mimarı; ancak yüce bir prensip, iyilikler ve güzelliklerin sonsuz ufku, evrimin doruğu, en yüksek aşaması, insanlık ülküsü olarak düşünülüp benimsenirse, kişileştirilmezse, dogmatizmden kurtulma olanağı vardır.77

Masonik metinlerdeki materyalist senaryolar, Marx, Engels veya Lenin gibi materyalist ideologların yazılarından hiç de farklı değildir.
Görüldüğü gibi, masonluk felsefesinde "maddeden gelip maddeye gitmek" en temel inançlardan biridir. Konunun önemli bir yönü ise, masonların bu felsefeyi sadece kendilerine has bir inanç olarak görmemeleri, tüm topluma bu fikirleri yaymak istemeleridir. Işındağ, üstteki satırlarının ardından şöyle yazar:
Bu ilke ve öğretilerle yetkinleşen mason; insanları eğitmeyi... olumlu bilim ve akıl ilkelerini öğreterek onları kalkındırmayı bir görev olarak almıştır. Masonluk böylece insanlara halka dönüktür. Halka rağmen, halk için çalışır.78
Bu ifadeler masonluğun topluma yönelik iki özelliğini göstermektedir:
1) Masonluk, inandığı materyalist felsefeyi (yani bir Eski Mısır hurafesini) topluma "olumlu bilim ve akıl" kisvesi altında empoze etme çabasındadır.
2) Bunu, "halka rağmen" yapmaya niyetlidir, yani bir toplum Allah'a inansa, materyalist felsefeyi kabul etmek istemese bile, masonluk bu konuda ısrarlı davranacak, halkın rızasına rağmen onun dünya görüşünü değiştirmek için çaba harcayacaktır.
Burada mutlaka dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, masonluğun kullandığı terminolojinin aldatıcılığıdır. Masonik yayınlarda, özellikle de masonların topluma yönelik açıklamalarında, kendi felsefelerini olabildiğince masum, akılcı ve hoşgörülü gibi göstermeyi amaçlayan bir üslup kullanılmaktadır. Üstteki alıntıda kullanılan "olumlu bilim ve akıl ilkelerini öğreterek insanları kalkındırmak" kavramı buna bir örnektir. Gerçekte masonluğun felsefesinin "olumlu akıl ve bilimle" bir ilgisi yoktur; bilime rağmen savunulan köhne bir hurafedir. Masonluğun "insanları kalkındırmak" gibi bir amacı da yoktur; bundan kasıt kendi felsefelerini insanlığa empoze etmektir. Bunu "halka rağmen" yapmaya kararlı olduklarını açıklamaları ise, "hoşgörülü" değil, totaliter bir dünya görüşüne sahip olduklarını göstermektedir.
II: RUHUN VE AHİRETİN İNKARI
Masonlar materyalizm inancının bir gereği olarak insan ruhunun varlığını kabul etmezler ve ahiretin varlığını da kesin olarak reddederler. Buna rağmen, masonik kaynaklarda kimi zaman ölenler için "ebediyete intikal etmekten" söz edilir veya buna benzer manevi kavramlar kullanılır. Çelişkili gibi görünen bu durum aslında çelişkili değildir, çünkü masonların ruhun ölümsüzlüğüne dair tüm izahları sembolik anlamdadır. Mimar Sinan dergisindeki "Masonlukta Ölüm Sonrası" başlıklı bir makalede bu durum şöyle anlatılır:
Masonlar Üstad Hiram efsanesinde ölümden sonra dirilişi sembolik manada kabul ederler. Bu diriliş, hakikatın daima ölüme ve karanlığa üstün geleceğini belirler. Masonluk, bedenden ayrı bir ruhun mevcudiyeti ile uğraşmaz. Ölümden sonra diriliş, masonlukta insanlığa manevi ve maddi birtakım eserler verebilmektir. İnsanı ebedileştirecek olan bunlardır. Pek uzun gibi görünen, aslında kısa olan insan yaşamında, adları ölümsüzleşme konusunda belirginleşenler, yaşamları süresince bu başarıya erişmiş olanlardır. Adlarını ölümsüzleştirmiş olanların tüm çabalarını, gerek çağdaşlarını, gerek kendilerinden sonra gelecek kuşakları mutlu etmeye, onlara daha insancıl bir dünya sağlamaya sarf ettiklerini görüyoruz. Bunların güttükleri amaç, yaşayan insanların yaşamlarında etkin olan insancıl duyguları yükseltmektir... Asırlar boyunca ölümsüzlüğü aramış insanoğlu buna, yaptığı işler, hizmetler, fikirler sayesinde kavuşacak ve yaşantısına bir anlam verebilecektir. Bu sayede, Tolstoy'un belirttiği gibi, "Cennet burada, yeryüzünde kurulmuş olacak ve insanlar mümkün olan en yüksek iyiye kavuşacaklar."79

Materyalizme inanan masonlar, ölümden sonra yaşamın varlığını kabul etmezler. Masonik kaynaklarda kimi zaman "ölümden sonra yaşam" kavramları geçer, ama bundan kasıt, yanda temsil edilen Hiram efsanesinde olduğu gibi, insanın dünyada adının anılmaya devam etmesidir.
Üstad Mason Işındağ ise aynı konuda şunları yazmaktadır:
HERŞEYİN TÖZÜ (cevheri): Bunu enerji, özdek (madde) olarak benimseyen masonluk, herşeyin aşama aşama değişikliğe uğrayarak yine özdeğe döneceğini söyler ki, bilimsel anlamda ölümü tanımlamış olur. Bu durumda mistisizmin; ruh ve beden olarak ikiye ayırdığı güçlerden bedenin ölmesine karşın (rağmen) ruhun ölmediği, ruhlar evrenine göçtüğü, orada yaşamını sürdürdüğü ve ileride Tanrı buyruğuyla bir başka bedene geçtiği biçimindeki inancı, masonluğun benimsediği değişme-dönüşüm düşünüsüyle bağdaşamaz. Masonluk bu benimseyişini şöyle bir tümceyle desteklemektedir: "Ölümünüzden sonra sizden kalacak ve ölmeyecek olan şey, olgunluklarınızın anısı ve yapıtlarınızdır." Masonluğun bu benimseyişi, bir filozofik düşünüş biçimidir ki, olumlu bilim ve akıl ilkelerine dayanır. Ruhun ölümsüzlüğü ve ölümden sonra dirilmesi şeklindeki dinsel inancın bu bilim-akıl prensipleriyle uzlaşması olanaksızdır. Öyleyse Masonluk bu konuda düşünü ve benimseyiş ilkelerini, pozitivist ve rasyonalist felsefe sistemlerinden almıştır. Böylece bu filozofik sorunda dinlerden ayrı bir düşünü, benimseyiş ve açıklamaya bağlanmıştır.80
Ölümden sonra dirilişi reddetmek, ölümsüzlüğü ise "geride bırakılan maddi eserlerde" aramak... Bu düşünce masonlar tarafından "çağdaş bilimin gereği" gibi gösterilse de, gerçekte tarihin eski çağlarından bu yana inkarcılar tarafından inanılan bir hurafedir. Kuran'da inkarcıların "ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları" edindikleri haber verilir. Geçmiş peygamberlerden biri olan Hz. Hud, inkarcı Ad kavmini bu cahilce düşünceye karşı şöyle uyarmıştır:
Hani onlara kardeşleri Hud: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
"Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip oyalanıp eğleniyor musunuz?"
"Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?"
"Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?"
"Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." (Şuara Suresi, 124-131)
İnkarcıların burada yanıldığı nokta, sanat yapıları inşa etmek değildir. Müslümanlar da sanata önem verir, sanat yapıları inşa eder ve bu yolla dünyayı güzelleştirmek için gayret ederler. Aradaki fark, niyettir. Bir Müslüman, Allah'ın insana verdiği güzellik ve estetik kavramlarını sergilemek, ifade etmek için sanatla ilgilenir. İnkarcılar ise, sanatı "ölümsüzlük yolu" zannnederek yanılmaktadırlar.
RUHUN İNKARININ BİLİMSEL ÇELİŞKİSİ
Masonların ruhun varlığını inkar etmeleri, insan bilincini sadece maddeden (beyinden) ibaret saymaları da, iddia ettikleri gibi "bilimin gereği" değildir. Aksine, günümüzde bilimsel bulgular, insan bilincinin maddeye indirgenemediğini, yani bilincin beynin fonksiyonları ile açıklanamadığını göstermektedir.
Bu konudaki literatüre bakıldığında, bilim adamlarının, materyalizmin zorlamasıyla ortaya çıkan "bilinci beyne indirgeme" çabası sonucunda hiçbir sonuca ulaşamadıkları ve çoğunun bundan vazgeçtiği görülür. Günümüzde pek çok araştırmacı, insan bilincinin beyindeki nöronların, onları oluşturan molekül ve atomların ötesinde, açıklanamayan bir kaynaktan geldiği kanısındadır.
Bunlardan biri olan Wilder Penfield, yıllarca süren çalışmalardan sonra ruhun varlığının inkar edilemeyecek bir gerçek olduğu sonucuna varmıştır:
. Aklı sadece beyin fonksiyonu olarak yıllarca açıklamaya çalıştıktan sonra, bir kişinin, varlığımızın iki önemli unsurdan meydana geldiğini savunan hipotezi benimsemesinin daha mantıklı olduğu sonucuna vardım... Aklı, beynin içindeki sinirsel işlemler bazında açıklamanın oldukça imkansız olacağı kesin gözüktüğü... için, varlığımızın iki önemli unsur (madde ve ruh) açısından açıklanması gerektiği savını seçmek zorunda kalıyorum.81
Bilim adamlarını bu sonuca ulaştıran gerçek, bilincin hiçbir zaman için maddi faktörlerle açıklanamamasıdır. İnsan beyni 5 duyumuzun toplandığı ve işlemden geçirildiği muhteşem bir bilgisayar gibidir. Ama bu bilgisayarın bir "benlik" duygusuna sahip olması, kendisine ulaşan duyuları kavraması, hissetmesi, bunlar üzerine düşünmesi mümkün değildir. Ünlü İngiliz fizikçi Roger Penrose, The Emperor's New Mind (İmparatorun Yeni Bilinci) adlı kitabında bu konuda şunları söyler:
Belirli bir kimseye onun insan kimliğini veren nedir? Bir dereceye kadar vücudunu meydana getiren atomlar mıdır? İnsan kimliği atomları meydana getiren elektron, proton ve diğer partiküllerin özgün seçimine mi bağlıdır? Bunun böyle olmadığını gösteren en azından iki neden vardır. Birincisi, yaşayan herkesin bedenini meydana getiren materyalde aralıksız bir değişim vardır. Bu, her ne kadar doğumdan sonra yeni beyin hücreleri meydana gelmese de, bir kimsenin özellikle beyin hücreleri için de geçerlidir. Doğumdan beri her bir hücrenin ve vücudumuzu meydana getiren maddenin hemen tamamı defalarca değiştirilmiştir. İkinci neden kuantum fiziğinden gelir... Eğer bir kimsenin beynindeki bir elektron bir tuğladaki diğer bir elektronla değiştirilse idi, sistemin durumu bir önceki ile tamamen aynı olurdu, adeta ayırt edilemezdi. Aynı şey protonlar ve diğer bütün parçacıklar için de geçerlidir. Eğer bir kimsenin bedenindeki tüm madde bu evin tuğlalarındaki uygun parçacıklar ile değiştirilse idi, tam anlamı ile hiçbir şey fark etmezdi."82

Prof. Penrose, materyalizmin insan zihnini asla açıklayamadığını savunmaktadır.
Penrose bir insanın bütün atomlarını tuğlanın atomları ile değiştirsek bile insanı bilinçli yapan özelliklerin tamamen aynı kalacağını açıkça ifade etmektedir. Ya da tam tersini düşünebiliriz. Eğer beynin atomlarının parçacıklarını tuğlanınkilerle değiştirsek, bu da tuğlayı elbette bilinçli yapmaz.
Kısacası insanı insan yapan özelliklerin maddenin bir özelliği olmadığı, onun dışında bir varlık olduğu çok açıktır. Penrose kitabının sonuç kısmında şu yorumu yapar:
Bilinç bana göre, öylesine önemli bir olgu ki, karmaşık hesaplamayla 'rastlantı' sonucu ortaya çıkan bir kavram olduğuna inanamam. Bilinç, evrenin varoluşu gerçeğini, onun sayesinde anladığımız bir olgudur.83
Peki bu durum karşısında materyalizm neyi savunmaktadır? Materyalistler, insanın sadece maddeden ibaret olduğunu, cansız, bilinçsiz atomların tesadüflerle yanyana gelip, insan gibi aklı, duyguları, düşünceleri, hatıraları, duyuları olan bir varlığı meydana getirdiğini nasıl ileri sürmektedirler? Bunu, kendilerince, nasıl mümkün görmektedirler?
Bu sorular tüm materyalistleri ilgilendiren sorulardır. Ancak masonik kaynaklar bu konuda herhangi bir materyalist kaynaktan daha ilginç fikirler içerir. Bu kaynaklara bakıldığında, materyalist felsefenin ardındaki "maddeye tapınma" hurafesi açıkça ortaya çıkmaktadır.
MASONİK MATERYALİZM: MADDENİN İLAHLAŞTIRILMASI
Materyalist felsefenin ne olduğunu iyi anlamak gerekir: Bu felsefeyi savunanlar, evrendeki büyük düzen ve dengenin, dünya üzerindeki milyonlarca farklı canlı türünün ve biz insanların, sadece ve sadece maddeyi oluşturan atomların etkileşimleri ile ortaya çıktığına inanmaktadırlar. Bir başka deyişle, cansız ve şuursuz atomların "yaratıcı" olduğunu düşünmektedirler.
Bu fikir her ne kadar modern gibi gösterilse de, gerçekte tarihin eski çağlarından bu yana var olan bir inancın tekrarıdır: Putperestlik. Putlara tapanlar, tapındıkları heykellerin, totemlerin bir ruhu ve kudreti olduğuna inanmış, yani cansız, bilinçsiz maddeye, bilinç ve büyük bir kudret atfetmişlerdir. Bu kuşkusuz son derece saçma bir inançtır. Allah putperestlerin bu saçma inancına Kuran'da dikkat çeker. Peygamber kıssalarında, putperest kavimlerin inancının saçmalığı özellikle vurgulanır. Örneğin Hz. İbrahim babasına"Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?" (Meryem Suresi, 42) diye sormuştur. İşitmeyen, görmeyen, ve "bir şeyden bağımsızlaştırmayan", yani bir güce sahip olmayan cansız maddeye ilahlık atfetmenin çok akılsızca bir düşünce olduğu açıktır çünkü.
Materyalistler ise çağımızın putperestleridir. Onlar taştan, tahtadan heykellere, totemlere değil, ama bunları ve tüm diğer cisimleri oluşturan "madde" mefhumuna inanmakta, bu maddenin sonsuz bir güç, akıl ve bilgi sahibi olabileceğini düşünmektediler. İşte masonik kaynaklar, bu konuda ilginç bilgiler içerirler. Çünkü masonlar, materyalizmin özündeki bu putperest inancı açıkça "itiraf" etmektedirler. Mimar Sinan dergisindeki bir makalede şunlar yazılıdır:
Bir özdeği oluşturmak için, atomlar kendi kendilerine, bir düzen içinde örgütlenirler. Atomların örgütlenmesini sağlayan güç, her atomun sahip olduğu tindir (ruhtur). Her tin bir bilinç olduğuna göre, her yaratık bir bilinçtir ve her yaratık zekidir. Üstelik her yaratık aynı derecede zekidir. Bir insan, bir hayvan, bir bakteri, bir molekül aynı derecede zekidir.84
Dikkat edilirse, burada açıkça her atomun ayrı bir akıl ve bilince sahip olduğu iddia edilmektedir. Bunu iddia eden mason yazar, her varlığın da sahip olduğu atomlardan dolayı bir bilince sahip olduğunu ileri sürmekte, insan ruhunun varlığını reddettiği için de, insanı hayvanlar veya cansız moleküller gibi bir "atom yığını" saymaktadır.
Oysa gerçek şudur: Cansız maddenin (yani atomların) bir ruhu, bilinci, aklı yoktur. Bu, bütün gözlem ve deneylerimizin bize gösterdiği bir gerçektir. Bilinç ancak canlılarda vardır ki, bu da Allah'ın canlılara vermiş olduğu "can" mefhumunun bir sonucudur. İnsan ise canlılardaki en üstün bilince sahiptir, çünkü Allah'ın kendisine verdiği ruhu taşımaktadır.
Bir diğer ifadeyle, bilinç, masonların inandığı gibi cansız maddede değil, ancak ruh sahibi varlıklarda bulunur. Masonlar ise, Allah'ın varlığını kabul etmemek için, atomlara "ruh" atfedecek kadar saçma bir inanca başvurmaktadırlar.
Masonların savunucusu oldukları bu materyalist inanç, aslında "animizm" olarak bilinen ve doğadaki her maddenin (taşların, dağların, rüzgarın, suyun vs.) ayrı birer ruhu ve bilinci olduğunu varsayan pagan bir inanışın yeniden ifadesidir. Bu inanış Yunan düşünürü Aristo tarafından materyalizmle (maddenin yaratılmadığı ve tek mutlak varlık olduğu inancıyla) birleştirilmiş ve bugün dahi materyalizmin özünde yer alan "doğadaki cansız varlıklara bilinç atfetme" şeklindeki "çağdaş paganizm (putperestlik)" gelişmiştir.

Materyalizm, cansız ve bilinçsiz maddeyi "yaratıcı" olarak kabul eder. Bir diğer ifadeyle maddeyi putlaştırır. Atomlarda "ruh" olduğuna inanan masonlar, bu batıl inancı açıkça ifade etmektedirler.
Masonik yayınlar bu konuda çok ilginç izahlarla doludur. Mimar Sinan dergisindeki "Gerçeğin Yolu" başlıklı bir makalede şöyle denir:
Animist bir varsayımla atomda ruhun varlığını kabul edersek, hiyerarşik bir gelişimle, atom ruhcuklarını yöneten molekül, molekül ruhcuklarını yöneten hücre, hücrelerinkini yöneten organ ve hepsinin üzerinde tüm bedenin yönetici ana ruhu, bütün bu ruhcukların ilahı değil mi?85
Bu batıl ve ilkel inanış, masonları, evrendeki denge ve düzenin cansız madde tarafından sağlandığı düşüncesine götürür. Yine Mimar Sinan dergisinde, dünyanın jeolojik gelişimi hakkındaki bir makalede şöyle yazılıdır:
Bu yüzey bozulması öylesine ince hesaplarla gerçekleşmiştir ki, canlı yaşamın bugünkü durumunu kazanması magmanın bu görünmez zekası sayesinde mümkün olmuştur diyebiliriz. Yoksa, sular çukurlarda toplanamaz, yeryüzünü küresel bir su tabakası tamamen kaplardı.86
Mimar Sinan dergisindeki bir başka makalede ise, ilk canlı hücrenin ve ondan türeyen diğer hücrelerin bilinçli oldukları, plan yapıp bunu uyguladıkları iddia edilmektedir:
Dünyada hayat başlangıcı tek hücrenin meydana gelmesiyle olmuştur. Bu tek hücre derhal harekete geçerek, hayati itilişin altında, adeta isyankar bir davranışla, ikiye bölünür ve bu vetire namütenahi bir parçalanma teselsülü ile devam eder. Ancak, bu ayrılmış hücreler serserice seyretmenin gayesiz olduğunu idrak eder, sanki bu serseri seyrinden korkuyor ve hayatı koruma insiyakının kuvveti ve itilişi altında, bu birbirlerinden ayrılmış hücreler aralarında planlı teşriki mesai yaparak, birleşerek, hayatı idame ettirebilecek uzuvların yapısı için fedakarlıkla, tam demokratik bir şekilde, ahenkle çalışır.87

Geçmiş çağlardaki paganlar, taştan oyulmuş putlara tapmışlardır. Günümüzdeki paganlar ise, "madde" kavramını putlaştırmış durumdadırlar.
Oysa bir canlı hücresinde, üstteki alıntıda iddia edilen planlamayı yapacak bir bilinç yoktur. Buna inanmak, batıl bir inançtan başka bir şey değildir. Yine de masonlar, üstteki alıntılarda görüldüğü gibi, Allah'ın varlığını ve yaratma sıfatını kabul etmemek için atomlara, moleküllere ve nihayet hücrelere akıl, plan, fedakarlık ve hatta "demokratik ahenk" gibi komik sıfatlar atfedebilmektedirler. Bir yağlıboya tablonun nasıl ortaya çıktığını anlatırken, "boyalar planlı bir teşriki mesai yaparak, tam demokratik bir şekilde, ahenkle çalışmış ve bu resim ortaya çıkmış" demek nasıl bir saçmalıksa, masonların hayatın kökenine getirdiği iddia da o kadar saçmalıktır.

Mezopotamya' daki putperest kavimlere ait bir kabartma
Masonların ve diğer materyalistlerin söz konusu batıl inancının günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız bir ifadesi, "Doğa Ana" kavramıdır. Evrim teorisini savunan belgesel filmlerde, kitaplarda, dergilerde, hatta reklamlarda dahi karşımıza çıkan "Doğa Ana" ifadesi, doğayı oluşturan cansız maddelerin (azot, oksijen, hidrojen, karbon gibi elementlerin, bunları içeren toprağın, suyun, atmosferin vs.) bilinçli bir güce sahip olduğu ve insanlar dahil tüm canlıları "yarattığı" şeklindeki bir batıl inancı ifade etmek için kullanılmaktadır. Hiçbir gözlemsel ve deneysel veriye ya da herhangi bir akılcı analize dayanmayan bu hurafe, sadece telkin yoluyla insanlara kabul ettirilmek istenir. Amaç, insanların gerçek Yaratıcıları olan Allah'ı unutmaları, bunun yerine "doğa"nın yaratıcı sayıldığı pagan bir kültür içinde yaşamalarıdır.
Masonluk ise, bu kültürü oluşturmak, güçlendirmek ve yaymak için büyük bir çaba içindedir ve kendisiyle aynı safta gördüğü tüm toplumsal güçleri desteklemektedir. Mimar Sinan dergisinde yayınlanan "Bilimsel Açıdan Dayanışma Kavramı ve Evrimi Üzerine Düşünceler" başlıklı bir makalede, "doğa ananın düzenlediği esrarlı uyum"dan söz edilmekte, bu düşüncenin masonluğun hümanist felsefesinin temeli olduğu vurgulanmakta ve bu felsefeyi savunan tüm hareketlerin masonluk tarafından destekleneceği haber verilmektedir:
Canlılar dünyasının yaşamında madde alışverişi bakımından yeryüzünde ve içimizde yaşayan yaralı mikropların, bütün bitkilerle hayvanların ve insanların "doğa ananın" düzenlediği esrarlı bir uyumla sürekli olarak ortaklaşa organik bir dayanışma içinde olduklarını düşünerek masonluğun, huzur-barış-güven ve mutluluk amacında ve kısacası hümanizma ve insanların evrensel birliği yolunda atılan psiko-sosyal her türlü dayanışma hareketini, kendi ülküsünün gerçekleştirmesini sağlayacak araç ve aksiyon olarak karşılayacağını ve selamlayacağını bir kez daha teyit etmek isterim.88
Masonluğun "kendi ülküsünü gerçekleştirmek için" desteklediği "araç ve aksiyon"ların en önemlisi ise, materyalizmin ve hümanizmin çağımızdaki sözde bilimsel dayanağı olan evrim teorisidir.
Bir sonraki bölümde Darwin'in yaşamından günümüzdeki evrim propagandasına kadar evrim teorisinin iç yüzünü inceleyecek ve tüm zamanların bu en büyük bilimsel yanılgısının masonlukla olan gizli ilişkisini ortaya çıkaracağız.
54 Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, London, 1997, s. 131
55 Dr. Selami Işındağ, Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 274-275
56 Dr. Selami Işındağ, Sezerman Kardeş VII Masonlukta Yorumlama Vardır Ama Putlaştırma Yoktur, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 120
57 Celil Layıktez, Masonik Sır, Ketumiyet Nedir? Ne Değildir?, Mimar Sinan, 1992, Sayı 84, s. 27-29
58 Dr. Cahit Bergil, Masonluğun Lejander Devri, Mimar Sinan, 1992, Sayı 84, s. 75
59 Oktay Gök, Eski Mısırda Tekris, Mimar Sinan, 1995, Sayı 95, s. 62-63
60 Dr. Cahit Bergil, Masonluğun Lejander Devri, Mimar Sinan, 1992, Sayı 84, s. 74
61 Reşit Ata, Çile: Tefekkür Hücresi, Mimar Sinan, 1984, Sayı 53, s. 61
62 Rasim Adasal, Masonluğun Sosyal Kaynakları ve Amaçları, Mimar Sinan, Aralık 1968, Sayı 8, s. 26
63 Robert Hieronimus, America's Secret Destiny: Spiritual Vision and the Founding of a Nation, Vermont, Destiny Books, 1989, s. 84
64 Koparal Çerman, Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 34
65 Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London, Rider, 1989, s. 8
66 Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London, Rider, 1989, s. 9
67 Koparal Çerman, Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 38
68 Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key, s. 188
69 Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key, s. 188
70 Orhan Tanrıkulu, Kadının Mason Toplumundaki Yeri, Mimar Sinan, 1987, Sayı 63, s. 46
71 Koparal Çerman, Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller, Mimar Sinan, 1997, Sayı 106, s. 39
72 Reşit Ata, Bir Fantezi: Mitoloji'den Masonluğa, Mimar Sinan, 1980, Sayı 38, s. 59
73 Albert Pike, Morals and Dogma, Kessinger Publishing Company, Ekim 1992, s. 839
74 Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London, Rider, 1989, s. 2-3
75 Önceki Büyük Üstad Enver Necdet Egeran, Gerçek Yüzüyle Masonluk, Başnur Matbaası, Ankara, 1972, s. 8-9
76 Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 189 
77 Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 190
78 Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 189-190
79 Hasan Erman, Masonlukta Ölüm Sonrası, Mimar Sinan, 1977, Sayı 24, s. 57
80 Dr. Selami Işındağ, Masonluğun Kendine Özgü Bir Felsefesi Var Mıdır, Yok Mudur?, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 97
81 Wilder Penfield, Aklın Esrarı: İnsan Beyni ve Bilinç Üzerine Kritik Bir İnceleme/ The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1975, s. 123
82 Roger Penrose, The Emperor's New Mind, Penguin Books, 1989, s. 24-25
83 Roger Penrose, The Emperor's New Mind, Penguin Books, 1989, s.580
84 Onur Ayangil, Yeni Gnose, Mimar Sinan, 1977, Sayı 25, s. 20
85 Enis Ecer, Gerçeğin Yolu, Mimar Sinan, 1979, Sayı 30, s. 29
86 Faruk Erengül, Evrende Zeka, Mimar Sinan, 1982, Sayı 46, s. 27
87 Albert Arditti, Hürriyet-Disiplin-Dinamizm-Statizm, Mimar Sinan, 1974, Sayı 15, s. 23
88 Naki Cevad Akkerman, Bilimsel Açıdan Dayanşma Kavramı ve Evrimi Üzerine Düşünceler II, Mimar Sinan, 1976, Sayı 20, s. 49